Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

Dağın yamacında savaş vermek!

İşler zorlaştığında bazı insanların pusulalarını kaybetmesi doğaldır. Gazze savaşı ve pek çok Arap’ın buna eşlik eden tepkileri de soruna rasyonel düşünme açısından bakmadan gürültülü oldu. İsrailli büyük ölüm makinesi ile mini İsrail hükümetinin çılgınca ve soykırımcı davranışlarıysa, aşırı özgüven şokunun bir sonucu.

Riyad Arap-İslam Zirvesi geçtiğimiz cumartesi günü işte bu atmosferde düzenlendi ve kendisine çoğunluğu "koltuk teorisyenleri" olan bazı kesimlerin yaygara ve bağrışları eşlik etti. Zirveye öyle beklentiler yüklendi ki bu beklentileri yükleyenler, bütün krizlerde tanık olduğumuz ve kendisinden zarardan başka bir şey göremediğimiz “abartı partisi” içinde bunların uygulanmasının neredeyse imkânsız olduğunu biliyorlardı. Çok sayıda Arap ve Müslüman devlet başkanı ile başbakanının katıldığı zirvede, yakın zamana kadar pek çok konuda farklı görüşlere sahip olan Arap ve Müslüman taraflar arasında bir arada yaşamanın vurgulanması dikkat çekti. Filistin meselesi bu tarafları birbirine yaklaştırdı. Bu da İsrail kibrini reddeden bir milyardan fazla insanın bu konuda dayanışma içinde olduğuna dair diğerlerine bir mesaj oldu. Zirve ayrıca İsrail'in yerleştirmek istediği söylemi değiştirdi, zira zirvenin sonuç bildirgesinde belirtildiği gibi savaş, meşru müdafaa değil, daha çok bir imha savaşı.

Pratik açıdan bakıldığında, zirvenin Arap Birliği ile İslam İşbirliği Teşkilatı genel sekreterliklerini işgalin tüm suçlarını takip etmek ve belgelemekle görevlendirmesi olumlu bir eylem. İsrail güçlerinin Gazze'de kadınlara, çocuklara ve yaşlılara karşı işlediği suçların görüntüleri ve sesleri, dünyanın dört bir yanındaki bazı grupları gösteriler düzenlemeye ve saldırıların "meşru müdafaa" olduğunu iddia eden İsrail söylemini reddetmeye yöneltti. Bu belgeleme çalışması mümkün olan en kısa sürede ve birden fazla uluslararası dilde yapılırsa, küresel kamuoyunun daha geniş bir kesimi kazanılacaktır. Bu noktada belki de İsrail Savunma Bakanı'nın zirvenin bitiminden hemen sonra yapılan bir basın toplantısında söylediği şu sözlere atıfta bulunulmalı: "Hamas'ın henüz 6 aylıkken kaçırdığı bir bebek, bana en küçük torunumu hatırlattı!” İsrail kamuoyunun duygularına hitap etmesi istenen bu görüntü, Gazze'deki Filistinli çocuklar için her gün daha dehşet verici bir şekilde tekrarlanan bir görüntü. İsrail ordusunun yaptıklarını yüksek düzeyde bir profesyonellikle belgelemek, uluslararası topluma yönelik sahtekarlığın ifşa edilmesine yardımcı olabilir.

Zirvede alınan ikinci pratik karar, Suudi Arabistan Krallığı, Mısır, Ürdün, Filistin, Türkiye, Katar, Endonezya, Nijerya ve "katılmak isteyen tüm ülkelerin" dışişleri bakanlarından oluşan ve küresel sahnede hemen eyleme geçecek bir komitenin görevlendirilmesiydi. Bu, aşağıdaki dosyaları içeren bir gündemle birlikte son derece gerekli bir konu:

Birincisi; Araplar, Yahudilerin Avrupa ve Amerikan dokusunun büyük bir bölümünde var olmaları nedeniyle, "dağın yamacında" bir savaş verdiklerini bilmeliler. Avrupalı toplumlar, Yahudilerin ataları tarafından maruz bırakıldıkları zulümden dolayı bir suçluluk kompleksi taşıyorlar. ABD’de ise Yahudiler öğretmen, profesör, gazeteci, yazar, medyatik figür, finansör, filozof ve bilim adamı oldukları için daha da etkililer. Bir Amerikan dini mezhebi, Mesih'in geri dönüşünün imkanlarını oluşturmak için Yahudilerin "vaat edilmiş topraklarda” toplanmasının dini görevi olduğunu düşünüyor. ABD'deki pek çok siyahi, beyazların kendilerine uyguladığı tarihsel zulüm ve baskıyı, Yahudilerin uğradığı zulüm ve baskı ile bağdaştırıyor. Yahudilerin seçimlerdeki ezici etkisinden ise bahsetmiyoruz bile. Dağın yamacında verilen bu savaş, iki kat daha fazla çaba gerektiriyor.

İkincisi, Batı medyasında yerleşmiş ya da neredeyse yerleşmek üzere olan "barış yönelimini başarısızlığa uğratan ve uğratmaya devam edenlerin Filistinliler olduğu" fikrini çürütmek gerekiyor. İsrailliler tarafından propagandası yapılan bu fikir, diplomasi ve Batı medyasının zihninde neredeyse sabit görünüyor ve kendisini çürütmek için tüm Filistinli tarafların iki devletli çözümü kabul ettiği vurgulanmalı. İsrail tarafının bu dosyadaki isteksizliği belgelerle tekit edilmeli. Bu dosyada bizzat Filistinliler gerçek bir çaba göstermeliler.

Üçüncüsü, orta ve uzun vadede küresel kararlarda etkili başkentlerde gerçek ve etkili bir lobi oluşturmaya önem verilmeli. 1973'ten sonra petrol medyası denilen alanda Araplar böyle bir hamlede bulunmuşlardı, teknik bir komite oluşturulmuş ve kendisine kaynaklar tahsis edilmişti. Ancak ne yazık ki, Arap kurumsal çalışmaları kısa ömürlü oluyor. Etkili ülkelerin başkentlerinde bir Arap lobisinin oluşturulması gerekiyor, zira büyükelçiliklerin yaptıkları övgüye değer, fakat bunlar resmi ve bürokrasi tarafından kısıtlanmış. Asıl yapılması gereken, öncelikle oradaki meşhur ve önemli Arap figürlerin emeklerine dayanan kurumlara kaynak tahsis etmektir. Washington'da, Londra'da, Paris'te, Berlin'de ya da diğer etkili başkentlerde, bunlardan çok var ve planları, konferansları ve iletişimleri bulunuyor, oradaki göreceli özgürlüklerden yararlanıyorlar. Bu mevsimlik değil, kurumsal bir iş. Bu başkentlerdeki resmi Arap temsilcilerin önemli bir kısmının, özellikle de Arap Birliği delegelerinin liyakate göre değil, kotalara göre görevlerine atanmaları talihsiz bir durum. Ayrıca kendilerine etkili bir şekilde aksiyon almalarına yardımcı olamayacak kadar az miktarlarda bütçe tahsis ediliyor. Dolayısıyla nitelikli ve liyakatli olanı seçmek, yani akla yatırım yapmak ve gerekli bütçeleri sağlamak mutlak bir zorunluluktur.

Dördüncüsü, kamuoyu yaratmak, zira zulüm ve baskı gören “İsrailli/Yahudi” imajı genel olarak Batılı akla hâkim olmuş. Bu baskı ve Holokost'a gönderme yapan İkinci Dünya Savaşı ile ilgili filmler çok ve küresel vicdanda Schindler'in Listesi gibi barışçıl Yahudilerin her zaman kurban olduğunu gösteren film ve diziler yayılmış. Batılı başkentlerde “antisemitizmi” kınama sloganın yükseltildiği ve devlet adamlarının önderlik ettiği gösterilerde de görüldüğü gibi, bu imajdan bugün halen faydalanılıyor. O sokakta çok az insan “Arapların da Sami olduklarını” biliyor!  "Göçmen kökenli ve eşi Yahudi olan" İngiliz İçişleri Bakanı'nın (görevden alındı), Filistin'deki toplu katliamları karşı çıkan gösterileri “nefret gösterileri” olarak tanımlamasına neden olan da işte bu korkutma! Önemli olan, Filistinlilerin maruz kaldıkları zulmün büyüklüğünü ve ciddiyetini ortaya koyan bir “Arap yumuşak gücü yaratma” konusunu ciddi şekilde düşünmektir. Günümüzde medya platformlarının çokluğu ve bu sektördeki göreceli kolaylık ile birlikte, akılları ve kalpleri akılcı bir şekilde ve belgelerle kazanmak daha faydalı ve daha derin bir etkiye sahiptir.

Akılcılığa ve modern bilimin kullanımına, aktif diplomasiye, yerel ve uluslararası güçler dengesinin net bir şekilde anlaşılmasına dayanan bu dosyaların müzakere edilmesi daha uygun olacaktır.

Son söz; savaşlar ne bağırıp çağırarak ne de sadece toplarla kazanılır, önce akılla kazanılır.