Arap ve Batılı yetkililerle konuşma fırsatım oldu. Çok basit bir şekilde iki grupla karşı karşıya olduğumuzu söyleyebilirim; bir tarafta Filistin-İsrail anlaşmazlığının çözümünü “dileyen ve benimseyen” bir grup, diğer tarafta, çatışmanın idare edilmesi ve gelecek nesiller konuyu belki unutur umuduyla İsrail’e 20 yıllık ateşkes verilmesi gerektiğini savunan bir grup.
Batı’da çatışmayı idare etme grubu açısından durum pek değişmedi. Burada, muhafazakarlardan liberallere kadar Washington’daki araştırma merkezlerinin üyeleriyle aramda geçen doğrudan diyalogları hatırlıyorum. Mesela katı görüşlü tarafta, ABD’nin Barış Temsilcisi Dennis Ross ve Robert Satloff’un ve onlardan önce de Avustralyalı-ABD’li Martin Indyk’in başını çektiği ‘Washington Yakın Doğu Araştırmaları Enstitüsü’ grubu var. Indyk hayatına, birbirini izleyen ABD hükümetlerine baskı yapmaya yönelik Yahudi eyleminin merkezi olarak kabul edilen Amerikan-İsrail Halkla İlişkiler Komitesi’nde (AIPAC) araştırma direktörü olarak başladı, ardından barış temsilcisi olarak çalıştı ve aynı zamanda ABD’nin İsrail büyükelçisi olarak görev yaptı. Washington Enstitüsü, barış ‘süreci’ ile ilgilendiğini ve İsrail’i desteklediğini resmi sayfasında açık ve net bir şekilde ifade ediyor. Burada odak noktası barış değil ‘süreç’. Enstitü, araştırma deneyimine başladığı 1985 yılından bu yana, en iyi ihtimalle barışa değil ‘sürece’ bağlılığı temsil etmektedir.
Washington Enstitüsü’nün ideolojik açıdan yakınında Amerikan Girişim Enstitüsü (AEI) var. Burada eskiden Richard Perle gibi insanlar çalışıyordu. AEI’nın sayfasında “Gazze Savaşı’ndan Sonrası Ne?” başlıklı son makalesinde barış ‘süreci’ başlatmanın bir zorunluluk olduğunu yazan Danielle Pletka gibi yeni muhafazakarlar için burası bir kaleydi. Buradaki nokta, iki önemli sağcı enstitü arasındaki farkın çok fazla olmaması ve AEI’da Irak ve bölgedeki birçok güvenlik ve istihbarat meselesiyle ilgili araştırmalarıyla tanınan Kenneth M. Pollack gibi seçkin arkadaşların görev yapmasıdır. AEI ile Washington Enstitüsü, yani muhafazakarlar ve neo-muhafazakârlar arasında, çatışmayı idare etme ve İsrail’e Filistin meselesini zaman içinde çözmesi için zaman verme konusundaki ısrar konusunda farklılıklar çok belirgin değil.
Washington’un düşünce kurumlarının liberal tarafının anlatısına bakacak olursak, iki devletli çözümün emarelerini görebiliyoruz. Ancak gelecek olan otoriteyi, şu anda Mahmud Abbas’ın liderliğindeki gördüğümüz otoriteden farklı kılmayacak koşullar göze çarpıyor. Washington’un anlatısında liberal kanat Brookings Enstitüsü, Woodrow Wilson Merkezi ve bir dereceye kadar Carnegie Enstitüsü ve emekli diplomatlara özel Ortadoğu Enstitüsü tarafından temsil ediliyor. Bunlara Uluslararası ve Stratejik Araştırmalar Merkezi’ni de ekleyebiliriz. Ancak Brookings ve Woodrow Wilson diğerlerinden daha önemli.
Mesela Brookings’te Bruce Riedel, Michael E. O’Hanlon ve Jeffrey Feltman gibi güvenlik konularını ciddiye alan kişiler var. Selam Feyyad ve Shibley Telhami gibi Araplar var. Bunların hepsi kökenleri, etnik ve ahlaki bağları nedeniyle süreç ile iki devletli çözüm (Shibley Telhami ve Selam Feyyad ‘iki devletten’ yana) arasında.
Aynı zamanda George W. Bush’un barış süreci ekibinin bir parçası olan ve Shultz, James Baker ve Colin Powell gibi Cumhuriyetçi dışişleri bakanlarıyla çalışan Aaron David Miller, barış girişiminin direktörü olarak görev yaptığı Woodrow Wilson Merkezi’nde ve daha sonra Carnegie Enstitüsü’nde kıdemli bir araştırmacı olarak çalıştı. Bana göre Miller, sadece çatışmayı idare etmek veya süreci belirsiz olarak sürdürmek yerine, Washington’da iki devletli çözüme veya çatışmayı sonlandırma yaklaşımına en yakın kişilerden biri.
Burada dikkat çekmek istediğim şey şu ki, Washington’daki anlatıyı oluşturan ve birçoğunu yakından tanıyıp birlikte seminerlere katıldığım kişilerin bu detaylı tarifi üzerinden, bu kişilerin çoğunun -birkaç istisna dışında- çatışmanın çözümüne değil idaresine ve çatışmanın sona ermesine değil ‘sürece’ dair bir anlatı oluşturduğunu söyleyebilirim.
Bununla birlikte, Washington’un Hamas Hareketi’nin kökünün Gazze’den kazınması ve Gazze’nin Ramallah’taki yönetimin idaresi altına verilmesi şeklindeki şartları sahneyi daha çok karmaşıklaştırıyor. Yeni Filistin devleti Donald Trump’ın ‘Yüzyılın Anlaşması’nda önerdiği gibi mi olacak; yer altındaki tünellerle birbirine bağlanan ve İsraillilerin Filistinlileri yer yüzünde görmekten kaçınmasını sağlayan bir grup izole adadan oluşan bir ülke mi?
Eğer Araplar bunu bir çözüm olarak kabul ederse, 2005 yılına, Şaron’un Gazze’den çıkışına ve daha sonra 2024’e kadar uzanan 2007 ve 2014 gibi savaşlar silsilesine döneriz.
Çözüm Oslo’ya dönmek ya da yolun ortasına dönmek değil, gerçekle yüzleşmektir. Bu gerçek; ortada bir işgal olduğu ve işgal eden bir devletin olduğudur. Bu yüzden işgalin sona ermesi için nihai bir anlaşmaya varılması gerekmektedir. Önümüzdeki müzakerelerde net olmalıyız ve çatışmanın tamamen sona erdirilmesinden yana olduğumuzu açıkça söylemeliyiz.