Geçmiş yıllarda pek çok kişi Çin'in artık ABD'nin ticari değil, stratejik bir rakibi olduğunu, uluslararası sistemin yerinden oynadığını ve değişen güç dengesinden küçük ve orta ölçekli ülkelerin fayda sağlayacağını varsaydı. Nitekim gerçekten de Çin ile İran arasında 25 yıllık anlaşmaya, ardından “İş birliğimizin sınırı gökyüzüdür” sloganıyla Putin ve Şi Jinping arasındaki anlaşmaya, son olarak da ABD’yi gafil avlayan İran-Suudi Arabistan anlaşmasının Çin sponsorluğunda imzalanmasına tanık olduk.
Bu varsayımın nesnel nedenleri var; Çin ekonomisinin gücü, Çin'in Tayvan adasını geri alma arzusu, İpek Kuşağı ve kurt diplomasisi. Çin ekonomisi, son zamanlardaki gerilemesine rağmen halen güçlü ve ekonomik kriz yaşadığına dair söylenenler, incelendiğinde, hükümetin neoliberal kapitalist ekonomiyi sınırlamayı ve ona Batı Avrupa değerlerinden farklı Çin değerlerini taşıyan sosyalist bir tat aşılamayı amaçlayan politikalarına dayandığını görürüz. Bu da hükümetin gayrimenkul sektörüne verdiği destekten vazgeçmesine, diğer sanayi sektörlerini yeniden değerlendirmesine ve niceliksel üretimden niteliksel üretime geçmesine, Çin endüstrilerinin küresel ve yerel pazarlarda Batılı benzerleriyle rekabet edebilme düzeyini yükseltmesine ek olarak, dış tüketimdeki düşüşleri telafi etmek için iç tüketimin teşvik edilmesini desteklemesine yol açtı. Batılı yazarlar Çin'deki ekonomik krizden ve yabancı yatırıma olan ciddi ihtiyaçtan söz etseler de gerçekte bir kriz yok, aksine, ekonomik olarak açıklanan siyasi eğilimlerde değişimler var. Çin'in mali açıktan muzdarip olmaması, aksine Kuşak ve Yol projesine 1 trilyon dolardan fazla para harcaması, askeri endüstrilere, uçak gemilerinin inşasına milyarlarca dolar harcaması ve yapay zeka alanında ABD ile ciddi bir şekilde rekabet etmesi de bunun kanıtı.
O halde Çin neden ABD ile yüzleşme ve mücadele politikasını müzakere politikası şeklinde değiştirdi?! Değişim, geçen Çarşamba (15 Kasım 2023) Biden-Şi zirvesinde ve Şi'nin Amerikalı mevkidaşına söylediği "Dünya Çin ve ABD'nin birlikte kalkınması ve gelişmesi için yeterince büyük" ve "İki tarafın birbirine sırtını dönmesi bir seçenek değil” sözlerinde açıkça görüldü. Biden da, iki ülke ilişkilerinin "dünyadaki en önemli ilişki" olduğunu söyledi. Böylece Çin Devlet Başkanı, "Başarılarınızı saklayın, gücünüzü geliştirin ve fırsatı bekleyin" diyen selefi başkan Deng'in tavsiyesini dinlemeye, ABD’nin karşısında durma ve meydan okuma şeklinde somutlaşan "kurt diplomasisinden” ve Tayvan adasını zorla geri almaktan vazgeçmeye karar verdi. Bu şekilde daha da ileri gitmiş ve Deng'in Çin'in "Tayvan adasını geri almak için 100 yıl bekleyebileceği" yönündeki ikinci tavsiyesine de uymuş oldu. Tayvan zorla ele geçirilmeyeceği sürece ABD ile Çin arasında da bir çatışma yaşanmayacak, dolayısıyla iş birliği umutları mümkün olacak ve onlara çatışmadan daha fazla fayda sağlayacak demektir. Böylece iki devlet başkanı, aralarındaki herhangi bir sürtüşmenin askeri bir çatışmaya dönüşmesini önlemek için, zirvede ortak askeri komiteyi yeniden canlandırma, yabancı yatırımın Çin'e dönüşü ve akıllı teknolojinin Çin askeri sanayi kuruluşlarına satışına yönelik yasağı görüşmeye kapıyı aralama konusunda anlaştılar. Ayrıca aralarındaki anlaşmazlığın, Sovyetler Birliği ile olduğu gibi hiçbir zaman ideolojik konularla ve dünya sorunlarıyla ilgili olmadığı, daha çok iki ülkeye ait salt ekonomik çıkarlarla ilgili olduğu da görülüyor.
Çin, Sovyetlerin aksine işçi sınıfının kurtuluşuna öncülük etmiyor, kapitalizmi yok etmek istemiyor ve onu mali açıdan tüketen vekalet çatışmalarını desteklemeye çalışmıyor. Daha ziyade, kendi malları için pazar açmaya ve Batı ile mümkün olduğu kadar iş birliği yapmaya çalışıyor. Zira bunun Çin'in hedeflerine hizmet ettiğine, aksinin ise onları yok edeceğine tam anlamıyla inanıyor. Gerçekten de Çin, Avustralya ile yeniden ilişki kurdu ve ittifaklarla kuşatılmaktan kaçınmak için Japonya ile de aynısını yapmaya çalışacak. Aynı şekilde Sovyetler Birliği'nin kaderinden kaçınmak için çılgın bir askeri yarış ile bitkin düşürülmekten de kaçınıyor. Bu nedenle Çin, Ukrayna'da Ruslara doğrudan destek vermeye yanaşmadı.
Bu Ortadoğu ülkeleri için ne anlama geliyor?
Birincisi, Çin, iddialarının aksine, ABD'nin liderlik rolünün gerilemesine inanmıyor, aksine amacına ulaşmanın en iyi yolunun iş birliği olduğuna inanıyor. En önemli siyasi düşünürlerinden ve Çin Devlet Başkanı’nın danışmanı olan Wang Hanning, Çin'in hedefinin gelişmiş sanayi ve ticarette ABD'yi geçmek olduğuna inanıyor çünkü zaten sağlam toplum ve yüksek değerler alanında onun önünde bulunuyor. “ABD ABD'ye Karşı” adlı kitabında nihilizmin Amerikan yaşam tarzı haline geldiğini düşünüyor. Bu da, Çin toplumunun Batılı muadilinden üstün olduğu ve ihtiyacı olan tek şeyin endüstriyel ve ticari üstünlük olduğu ve bunun da, “başarılarınızı gizleyin ve uygun zamanı bekleyin” teorisine göre ancak verimli bir iş birliğiyle başarılabileceği anlamına geliyor.
İkincisi, Çin, bölgeyle ticari ilişkilerini güçlendirmeye çalışacak, ancak sorunlarına müdahil olmayacak veya diğerine karşı bir grubun yanında yer almayacak. Aksine, o iş birliğini gerçekleştirmeyi amaçlayan barışçıl bir güç, bir yargıç veya ideolojik devlet değil. Dolayısıyla Gazze'ye yönelik tutumu da bu eğilimi ortaya koyuyordu; sesini yükseltmedi, heyet göndermedi ve insani koridorlardan bahsetmekle yetindi çünkü Çin'in İsrail ile özellikle ileri endüstriler alanında seçkin ilişkileri var ve bu sektör, hedefleri açısından önemli.
Üçüncüsü, Çin'in kalkınması için enerjiye, aç pazarlara ve kalıcı istikrara ihtiyacı var. Bu nedenle Ortadoğu'da ABD'ye paralel veya karşı bir güç olarak ona güvenmek, Çin’in bölgeyi ve ABD'den daha fazla ihtiyaç duyduğu petrol akışını istikrara kavuşturmak için ABD ile iş birliği yapma isteğiyle çelişiyor. Bu, ABD'nin kendisine düşmanlık olarak görebileceği savunma anlaşmalarından uzak duracağı anlamına geliyor çünkü bu, uzun vadeli hedeflerine ulaşmak için aradığı iş birliği teorisini geçersiz kılıyor.
Şi'nin söylemleri ve Amerikalı iş adamlarına karşı açık tavrı, kendisi ile Amerikalı mevkidaşı arasındaki iş birliğinin en güvenli seçenek olmaya devam ettiğini teyit ediyor.
Churchill'in dediği gibi başarılı bir politikacının gereksiz bir savaş yürütmemesi gerektiğini doğruluyor. Bu nedenle Arap dünyamızdaki bölge ülkelerinin gereksiz ve hesapsız ittifaklara sürüklenmemesi ve Çinli filozof Sun Tzu'nun “gücünüzü ve aynı zamanda düşmanınızı tanıyın, o zaman asla yok olmazsınız” sözünü rehber edinmesi gerekiyor.