Mustafa Kazımi
Irak eski Başbakanı
TT

Ahlak, siyaset ve devlet inşası arasında: Yanlış bir bölünme ve doğru bir buluşma

Yönetişimin sonuç getirmeyen sorunlarından ve yöneticinin cevabını aradığı ikilemlerden biri, ahlakın siyasetle veya siyasi eylemle olan ilişkisidir. Tartışma çevreleri ve cevap arayışı, insan topluluklarının ilk siyasi uygulamalarıyla paralel seyretmiştir. Bunun nedeni ulusların, imparatorlukların ve günümüz devletlerinin yönetimlerinde bu ilişkinin doğasının sorgulanmasının bir temel teşkil etmesidir.

Bugün bölgede siyaset, yönetimin gereklilikleri ve ittifakın gereklilikleri adı altında insanların, insanlığın, ahlakın ve yasaların yok edildiği savaşlarda gördüğümüz şeyler bu sorgulamaya daha fazla haklılık kazandırıyor.

Bu diyalektik ne geçmişte bir sonuca vardı ne gelecekte bir sonuca varacak ne de bir gün sona erecek. Beni böyle düşünmeye iten şey, siyasi düşünürlerin ve siyaset yapanların siyasi davranış ile ahlaki davranışın birbirinden ayrılması ve bu iki kavramın bağımsız bir şekilde ele alınması gerektiği konusundaki ısrarıdır. Bu iki kavramın basit bir tanımı yapılacak olursa, üzerine inşa edilebilecek, bir dayanak oluşturabilecek ve aralarındaki entegrasyon olasılığını gösterebilecek ortak bir alan ortaya çıkar.

Evet, siyasetin ahlaki sistemin bir parçası olduğuna inanıyorum. Siyaset, insan topluluklarına liderlik edip onların işlerini, iyiliklerini ve çıkarlarını gözeterek yönetmek için bir araçlar dizisidir. Ahlak da, insan davranışını kendi iyiliği ve refahı için yöneten değerler ve ülküler bütünüdür.

Bu iki tanıma göre, derinlemesine baktığımızda ahlakın daha geniş bir alan olduğunu, politikanın da bunun bir parçası olduğunu fark ediyoruz. Ahlaki ülkülere bağlı ama aynı zamanda siyasi davranışlarında adaletsiz bir politikacı hayal edemiyoruz. Aynı şekilde ahlaki değerlere karşı çıkan ancak aynı zamanda dosdoğru siyasi bir davranışı olan birini de hayal edemiyoruz.

Tecrübeme ve çalışma hayatıma dayanarak şunu söyleyebilirim ki, bütün değişkenleriyle Irak gibi karmaşık bir ortamda siyasetçi, Yunan filozof Platon’un söylediği gibi erdemli ahlaki değerlerini yönetimde uygulayan bilge bir adam değildir. Bununla birlikte, siyasi eylem alanında ahlakın varlığını reddeden, 17. yüzyılın en önde gelen Batılı siyaset teorisyeni Thomas Hobbes’un fikirlerini kopyalamak istemiyorum.

Burada anlatmaya çalıştığım şey, siyasetin ve siyasi eylemin, bireyin ve toplumun ahlak ve değer sisteminin bir parçası olduğudur. Devletini inşa etmeye ve geliştirmeye inanan ve bu uğurda çalışan siyasetçi, ahlaki değerlerine gerçekten bağlı olan ve ahlaki inançlarından vazgeçmeye zorlandığı takdirde iktidar koltuğunu bırakmaya hazır olan kişidir.

Teoride bu fikirlere inandım ve hala da inanıyorum. Mayıs 2020’de Irak hükümetinin başkanlığını devraldığımda bu kanaatim daha da arttı. Pratik deneyimlerden yola çıkarak, Irak’ın temel sorununun sadece siyasi değil ahlaki, değersel ve kültürel olduğunu gözlemledim. Siyasi sınıfın büyük bir kısmı, siyasi ilişkilerinde ahlaki değerleri büyük ölçüde terk etti ve bunları görünürde benimsemesine rağmen daha da ileri gitti. Ne yazık ki bu durum, Irak toplumunda her türlü kesimde yaygınlaştı. İşte bu, bugün Mezopotamya’daki en büyük sorunumuzdur.

Bu teşhis, ülke sorunlarının çözümüne başlangıç ​​noktası oluşturacak bir ufkun aranmasını gerektirmektedir. Bu tehlikeli bozulma düzeltilmezse çeşitli düzeylerde artan bir çatlak ortaya çıkacaktır. Bu bozulma sadece siyasi eylem ve bazı siyasetçilerin davranışlarıyla sınırlı kalmayacak, genişleyerek toplumun ve bireylerin davranışlarının bir parçası haline gelecek ve daha sonra normal bir davranışa dönüşecektir.

Şunu da belirtmek gerekir ki, sorunumuz pek çok insanımızın ve eğitimli sınıfın sandığı gibi siyasal sistemin doğasında, onun mekanizmalarında veya anayasasında değildir. Siyasi sınıfın demokratik oyunu anlaması ve halkın umuda tutunup geçmişin acı deneyimlerine rağmen kalkınmanın mümkün olduğuna inanmasıyla birlikte, şayet iktidar, herhangi bir pazarlık veya takas olmaksızın ahlaki değerlerine bağlı bir şahsiyete veya siyasi sınıfa verilirse yetenekler, imkanlar, kaynaklar ve yeterlilikler devleti ve kurumlarını ilerletmeye ve istikrarını sağlamaya yeter.

Bazıları yukarıdakilere itiraz ederek bunların beklentiler ve umutlar olduğunu, hatta hayaller olduğunu, çünkü yerel, bölgesel ve uluslararası gerçekliğin buna izin vermeyeceğini söyleyebilir. Ancak bu itiraz, devlet inşasının tarihine ilişkin net ve kapsamlı bir vizyona ve vukufa dayanmamaktadır. Kalkınma yolundaki pek çok ülke, ahlaklarıyla donanmış güçlü insanların yönetimi ve liderliği üstlenmesine izin verildiğinde, yıkıntıların kaldırılmasına ve harabelerin onarılmasına tanık olmuştur. Aynı şekilde güçlü ülkeler de ahlaki sistemi ve onun değerlerini küçümseyen yöneticilerin hakimiyetinde kaldıklarında gerileme ve çöküşe tanık olmuştur. Bunun en güzel kanıtı ‘Baas’ Irak’ıdır.

Irak deneyiminde ahlak ve siyasetin yakınlaşması gerekiyor; ancak bu iki kavramın buluştuğu ortak alanın samimi irade olması şartıyla. Siyasi sistemimizi reforme edip devletimizi ve kurumlarımızı geliştirme yolunda bu şekilde ilerleyebiliriz. Silahımız, şahsi çıkar ve kazanımlarla değil, insan ve ülke ile ilgilenen samimi irade ve ahlaki siyasi eylemdir.