Savaşlarda ateşkes, bir nefes almak ve tarafların mutabakatı ile kartları yeniden düzenlemek ve ardından ateşkesi uzatmak veya savaşa devam etmek için kullanılan, uzun veya kısa süreli geçici bir dönemdir. Yıkıcı bir savaşa sahne olan Gazze Şeridi'nde geçtiğimiz cuma günü başlayan ateşkes, açıklanan anlaşmaya göre pazartesi günü sonunda sona erecek. 50 İsrailli rehinenin 150 Filistinli tutuklu ile değişimini ve Gazze’ye yardımların girişini amaçlayan dört günlük geçici bir ateşkes. Yani tanımı gereği bir “ateşkes”, savaşın sonu değil.
Bu ateşkese İsrail'e yakınlığı nedeniyle ABD, bazı gruplara yakınlığı nedeniyle Katar, tüm tarafların güvendiği bir arabulucu olması nedeniyle Mısır desteğiyle varıldı. Ateşkesin uygulanmasının ardından bu gazetenin cumartesi günü (dün) yayınladığı bir haberde şöyle deniyordu: “Filistinliler, sokaklardaki tarif edilemez yıkım ve ceset sahneleri gölgesinde, Gazze'yi moloz yığınına çeviren İsrail hava saldırılarının yol açtığı büyük yıkımı görünce şoke oldular…” Bu kelimeler, İsrail'in Gazze ve özellikle kuzeyinde, 7 Ekim'den sonraki acımasız saldırganlığının sonucu olarak gerçekleşen kıyımın küçük bir kısmını tanımlıyor.
Radikaller aptaldır ve güce sahip olduklarında aptallıklarda bulunma yetenekleri de artar. Güçlü İsrail hükümeti radikallerinin Gazze'de yaklaşık iki aydır yaptıkları şey de bu. Gazze'de yönetimi kontrol eden bazı grupların daha önce yaptıkları da buydu. Bu ateşkes, günümüzün sıcak askeri çatışmasına ve siyasi olarak tüm Filistin meselesine kalıcı bir çözüm bulma fırsatı sunuyor.
İdeoloji zihni yok eder ve sağlam anlayışı ortadan kaldırır, çünkü bilhassa gerçeklikle, rakamlarla, istatistiklerle sorgulanamayacak mitsel uydurmalarla siyasal analizlerde bulunduğunda, önce düşünce ve analiz yeteneğiyle oynar, sonra dilleri ve anlamları kurcalar. Bu, tanımı gereği bir aldatmadır ve modern Arap tarihinde aldatma başlı başına bir endüstri haline gelmiştir. Üreticiler farklı olsa bile ürün aynı olmuştur.
Arap dünyasında 1950'li yıllarda siyasi rejimlere karşı askeri darbeler yapıldı ve bunlara "devrim" denildi. Bu bir aldatmaydı. Arap monarşilerine “gerici” denildi, bu da başka bir aldatmaydı. “Milliyetçilik” ve “Arap birliği” adına “ulus” devleti reddetmeye başladılar ki, bu da üçüncü aldatmaydı.
Siyasal İslam grupları, kendi ideolojilerine uygun değişikliklerle de olsa milliyetçiliğin ve solun tüm bu söylemlerini miras aldılar. Aldatma endüstrisi bu sefer farklı isimlerle de olsa devam etti. Darbelerine veya yarattıkları kaosa “İslam Devrimi” adını vermeye başladılar ve “ulus” devleti reddettiler ama “ümmetçilik” ve hilafet adına. Sanki bu gruplardan önce Müslümanlar İslam'ı bilmiyor ve yüzyıllarca yaşamamışlar gibi, Hasan el-Benna ve Seyyid Kutub tamamen yeni bir ideolojik sistem yaratarak, aldatıcı bir şekilde bunun “İslam” olduğunu söylediler.
Filistin meselesine ve İsrail'e gelince, 1967'deki korkunç yenilginin ardından milliyetçi ve solcu aldatma endüstrisi çıkıp yenilginin adını "gerileme" olarak değiştirdi. Siyasi tanım gereği bu, saf bir aldatma ve olayları olduklarından farklı bir şekilde adlandırmaktı. Ancak İslamcı aldatma endüstrisi öncüllerini geride bıraktı. 2006’daki savaştan bu yana Lübnan Hizbullahı, korkunç yenilgisini bir yenilgi, hatta bir "gerileme" olarak adlandırmamakta diretti, aksine bunu bir "zafer" olarak nitelendirdi. Tıpkı, 2014'te Gazze'de aynı yöntemi kullanan ve o dönemde yenilgiyi "zafer" olarak nitelendiren bazı Filistinli grupların yaptığı gibi dilin anlamlarını, yalnızca ideoloji nedeniyle bilime karşı kör olan ideologların inanabileceği şekilde altüst etti.
Bugün Gazze'de yaşananlara baktığımızda, 15 bin Filistinlinin ölümü üzerinden 150 Filistinli tutsağın İsrail hapishanelerinden serbest bırakılmasını başarmanın bir zafer olarak adlandırılamayacağını görüyoruz. Cezaevinden çıkan her bireye karşılık 1000 kişi öldü. Bu, tüm siyasi, askeri ve dini standartlara göre zararına bir denklem ve yalnızca kaybedilen canları hesaba katıyor. Buna bir de Gazze Şeridi'nin yıkılan alt ve üst yapısını, yaralıların sayısını, sağlık, eğitim, elektrik gibi hesaplanamayan tüm temel hizmetlerin aksamasını ekleyelim, bu maalesef kötü bir anlaşma.
Serbest bırakılan 150 tutuklunun ailelerinin de mutlu olmaya hakkı var, bu hiç şüphesiz en doğal insan hakkıdır. Ancak tablonun tamamlanması için diğer tarafta bu kez bir üyesini cezaevinde tutuklu olduğu için değil, öldüğü için kaybeden 15 bin aile bulunuyor. Serbest bırakılan her tutukluya, “Seni cezaevinden çıkaracağız ve senin tahliyene karşılık halkından ve ailenden 1000 Filistinli ölecek” denilse çoğu bunu reddederdi.
Bu acımasız İsrail savaşı her ne şekilde olursa olsun durdurulmalı ve dünya, Arap ve uluslararası düzeyde üzerinde mutabakata varılan siyasi çözüm yoluyla, Gazze trajedisinin sonsuza kadar sona erdirilmesi talebiyle Arap ülkeleriyle birleşmeli. Bahsi geçen siyasi çözüm, iki devletli çözüm ve 1967 sınırlarında başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin devletinin kurulmasıdır. Bunca kayıp, kan ve yıkımdan sonra bazı Filistinli grupların liderleri de bunu kabul ettiklerini ima ettiler. Bunu daha önce kabul etmiş olsalardı onlar ve Gazze halkı tüm bu olanlardan kaçınmaz mıydı?
Batılı siyasi pozisyonlar özellikle Suudi Arabistan, Mısır ve Ürdün liderliğindeki Arap ülkelerinin savaşın sınırlarını çizmeyi başarmalarından ve İsrail’in 7 Ekim'de yaşananlara karşılık Gazze'de yapabileceği her şeye Batı'nın verdiği açık çeki açıkça reddetmelerinden sonra değişti. Batı’da yönelimde değil, düzeydeki bu değişiklikle birlikte ateşkesten söz etmek ve uygulamak mümkün oldu ve bu değişiklik olmasaydı kör savaş bir ufku olmadan devam ederdi.
Gazze'deki kan, ceset parçaları, ölü ve yaralı çocukların görüntüleri, canlı her vicdan ve doğru her kalp için incitici. Birkaç yılda bir tekrarlanan bu trajediye kalıcı bir çözüm düşünülmeli. Gazze'de yaşananları yüceltmek bu zavallı, çaresiz Gazze halkının zalim ve yıkıcı savaş makinesine karşı korunmasını garanti edemez. Gerçek çözüm askeri değil, siyasidir.
Son olarak, Filistinlilerin Gazze Şeridi'nin kuzeyinden güneyine doğru zorla göç ettirilişine dair görüntüler ve videolar, akıllara Nakba'yı ve Filistinlilerin 1948'de topraklarından sürülmesini getirdi. Gazze ve halkı her türlü siyasi ve askeri gruptan çok daha önemlidir. Bu nedenle, tıpkı Yaser Arafat'ın daha önce Beyrut'tan ayrılarak yaptığı gibi, Filistin davasına sadık olan herkes, eğer ayrılışı Gazze'yi ve halkını koruyacaksa, Gazze'yi terk edebilir.