Bekir Uveyda
TT

Hamas’ın önündeki çıkış yolu: Şayet isterse!

Binyamin Netanyahu’nun Hamas’ın kökünün Gazze Şeridi’nden kazınmasının vazgeçilmesi mümkün olmayan bir hedef olduğunu haykırması ile Katar aracılığıyla da olsa Hamas’ın siyasi liderliğinin üyeleriyle rehineler konusunda müzakere yapmak zorunda kalması arasında, İsrail, savunmasız Gazze halkına karşı soykırım ve tehcir cehenneminin kapılarını açmıştı. Şimdi, El-Kassam Tugayları tarafından tünellerde alıkonan annelerin, çocukların ve yaşlı kadınların evlerine dönmesiyle İsrail’in öfkesi biraz yatışmışken şu sorulabilir; Netanyahu’nun kini dindi mi yoksa, çatışmalara verilen aranın birden bozulması durumunda gelecek savaş dönemi, alevlenmesinde paylarının olmadığı ve öncesinde fikirlerinin sorulmadığı savaşın rehineleri olan Gazze’deki diğer anneler, çocuklar ve yaşlı kadınlar için daha şiddetli ve kötü mü olacak?

Ancak asıl önemli olan, Hamas Hareketi Siyasi Büro Başkanı ve üyeleri olan saygıdeğer beylere, 7 Ekim’de yaşanan patlama öncesindeki duruma bakış açılarından farklı olarak, hareketlerinin çeşitli düzeylerdeki yaklaşımına ilişkin içlerinde yeni bir algının oluşmaya başlayıp başlamadığı sorusunu sormaktır.

Mantıksal olarak, bunun muhtemel olduğu varsayılabilir. Hareketin liderliği daha önce benzer bir uygulamaya girişmişti. Bu altı yıl önce, tam olarak 1 Mayıs 2017’de gerçekleşmişti. O zamanlar Siyasi Büro başkanı olan Halid Meşal, Doha’da düzenlediği basın toplantısında hareketin ‘yeni politikasının ilkelerine ilişkin bir belgeyi’ açıklamıştı. Bu belge ile hareket ilk kez, 4 Haziran 1967 sınırlarında bir Filistin Devleti kurulmasını kabul etmeye hazır olduğunu duyurmuştu. Başka bir ifadeyle bu, İsrail ile 1993 yılında Oslo Anlaşması’nın imzalanmasıyla başlayan barış sürecinin kabul edilmesi anlamına geliyordu.

Söz konusu belgede Hamas’ın İsrail devletini veya Oslo Anlaşmaları’na dayalı barış sürecini tanımayı reddettiği ifadesinin geçtiği doğru. Ancak bu reddin siyasal revizyon içine girdiği de doğru. Hareketin liderliği, Gazze Şeridi’nde ve Ürdün Nehri’nin batısındaki Batı Şeria’da bir Filistin devletinin kurulmasını kabul etmenin, İsrail adında bir devletin var olduğu şeklindeki mevcut gerçekliğin de kabul edilmesi anlamına geldiğini biliyor.

En az bunun kadar önemli olan bir diğer nokta ise, söz konusu belgede Hamas’ın İsrail’e karşı çatışmayı dini temelde ele alma yaklaşımından geri adım atmış olmasıdır. O zamanlar bu iki şey de yeni ve aynı zamanda önemli görünüyordu ve birden fazla olasılığın habercisiydi. Bu olasılıklardan ilki ve hatta en önemlisi, Filistin’deki bölünmenin son bulması ve Filistinlilerin tüm Filistinli grupları kapsayan birleşik bir cepheye dayanarak İsrail ile ilişkilere başlamasıydı.

Ne yazık ki, bu umudun bir yanılsama olduğu çok geçmeden anlaşıldı. Birden fazla uzlaşma anlaşması imzalanmasına rağmen El-Fetih ile hiçbir uzlaşma icraata dökülemedi ve Ramallah’taki Filistin Yönetimi’nin durumuna ilişkin hiçbir reform ciddiye alınmadı. Şu anda sadece Filistinli grupların liderleri değil, tüm Filistinliler belirleyici bir yol ayrımında duruyor. Ancak, özellikle Hamas liderliği hareketin geleceğini belirleyecek seçimlerle karşı karşıya. Bu seçeneklerden en önemlisi, tüm grupları kucaklayan Filistin kucağına, yani Filistin Kurtuluş Örgütü’ne (FKÖ) dönüş.

İkincisi, bölgesel ittifaklarını yeniden gözden geçirip tek güvenebileceği Arap-Sünni mensubiyetine açık olması.

Üçüncüsü ya hep ya hiç mantığının faydasız olduğunun ortaya çıktığının ve en ağır bedeli ödeyen tarafın, 76 yıl önce bugün (29/11/1947) alınan ve Filistinlilere topraklarının bir kısmında devlet kurma hakkı tanıyan Birleşmiş Milletler (BM) kararının reddedilmesinden bu yana kanlarıyla ve çocuklarının gelecekleriyle ödemeye devam eden Filistin halkı olduğunun üzerinde iyice düşünülmesi.

Filistin halkının çıkarlarını tüm örgütlerin çıkarlarının önüne koymanın zamanı gelmedi mi?

Tabi ki geldi!