Abdurrahman Raşid
Suudi Arabistan’lı gazeteci. Şarku’l Avsat’ın eski genel yayın yönetmeni
TT

Arap perspektifinden Kissinger

Henry Kissinger’ın ebedi istirahatgâhı Arlington Mezarlığı. Vietnam’da ve diğer savaşlarda öldürülen komşularının arasında yatacak. O ölse de fikirleri, kitapları ve siyasi mirasıyla yaşayacak. Bir öğrenci Kissinger’ı okumadığı sürece karmaşık dünyayı ya da siyaseti, diplomasiyi ve tarihi birlikte anlayamaz.

Kissinger, onlarca yıl şeytanlaştırıldı ve bunlar basit yargılamalara dayanıyordu. Onun bir Yahudi olması bir şey ifade etmez. Çünkü her zaman düşmanlarınızda -bunlar ailenizden bile olsa- hoşlanmadığınız bir şeyler ararsınız. Ayrıca, onu Siyonist olarak damgalamak da Yahudiler için bir hakaret değildir. Bu bir Arap’a “Hey Arapçı, milliyetçi ya da ulusçu” demek gibi bir şeydir.

Kissinger, sekiz yıl Dışişleri Bakanı ve Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak görev yaptı, kararları ve görüşleri nedeniyle savaş karşıtlarının nefretini kazandı. Gerçek şu ki, kimse ondan memnun değildi, hatta muhafazakar ve liberal Yahudi ailesi bile onu hedef almıştı. Irksal açıdan çeşitlilik gösteren bir Amerikan toplumunda, etrafındakilerle alay etmesiyle tanınıyordu.

Bir keresinde “Eğer doğuştan Yahudi olmasaydım, Yahudi düşmanı olurdum” demişti. 1973’te Mısır’la varılan ateşkesi ihlal ettiği için İsrail’e karşı tartışma kızıştığında, Yahudi halkı hakkında “2 bin yıldır zulüm gören bir halk kötü bir şey yapmış olmalı” demişti. Daha sonra bunun için özür dilemişti.

İnsanları kutsallık derecesine kadar yüceltmek ya da onlardan ölesiye nefret etmek renk körlüğüdür. Kissinger’ın kötülüklerini biliyoruz, ancak çok az kişi onun Pakistan’ı destekleme ve Hindistan’a karşı savunma konusunda istekli olduğunu biliyor. Bunun sebebi, Hindulara karşı Müslümanların yanında olmasından kaynaklanmıyordu. Yalnızca Sovyet kutbuna karşı çıkarları bunu gerektiriyordu.

11 Eylül olaylarından sonra Kissinger ve Suudi Arabistan’ın hikayesini çok daha az kişi biliyor. Kissinger, geçmişteki ve şimdiki üst düzey yetkililerin yer aldığı Pentagon Savunma Politikaları Merkezi’nin gizli bir oturumuna katılmış ve Dışişleri Bakanı Colin Powell ile Savunma Bakanı Rumsfeld de bu oturumda yer almıştı. Onlara, Suudi Arabistan’ı düşman bir devlet olarak sınıflandıran ve El-Kaide’nin eylemlerinden sorumlu tutan yeni bir politika sunulmuş, Suudi Arabistan’ın askeri ve ekonomik olarak hedef alınması önerilmişti. Tartışma, bu öneri üzerine devam ederken Kissinger buna itiraz ederek “Anlamıyorum, müttefik bir ülkeyi nasıl düşman bir ülkeye dönüştürürsünüz?” demişti. Toplantıyı başarısız kılanlar arasında o da vardı. Gösterdiği tavır Suudi Arabistan sevgisinden kaynaklanmıyordu, sadece dünya meselelerinde bir uzman olarak ABD çıkarları açısından bunun ne kadar büyük bir hata olacağının farkındaydı. Kissinger’ın en meşhur yorumlarından biri şöyleydi:

“Belki ABD’ye düşman olmak senin için tehlikeli olabilir, ancak dostu olmak ölümcüldür!”

Moskova’ya bağlı olmasına rağmen Hafız Esed’in güvenini kazanan, onu kuvvetler ayrılığı ateşkesine ikna eden, bunu bugüne kadar kalıcı bir barış anlaşması haline getiren ve iki ülkeyi yeni bir savaşın patlak vermesinden koruyan tek kişinin o olduğunu unutmuyoruz. Kendisine bu konu sorulduğunda “Mısır’sız savaş, Suriye’siz barış olmaz” demişti ve sonraki on yıllar bu açıklamanın doğruluğunu göstermişti.

Maharetli politikacı sayısı çok azdır; çünkü siyaset yetenek, karizma ve geniş bir kültür gerektirir. Kissinger’ın yaptığı her şey olağanüstü değildi. Hemen hemen tüm dışişleri bakanları, büyük çıkarları olan bir imparatorluk için ilerleyip aynı kararları aldılar, savaşlara girdiler veya aynı çıkar anlayışı çerçevesinde ittifaklar kurdular. Ancak Kissinger’ı onlardan ayıran şey bir strateji kurucusu olmasıydı.

Kendisine yöneltilen en yaygın suçlamalar, etik olmayan kararlar alması ve demokratik sistemlere saygı duymamasıydı. Bunların çoğu doğru ve bu, çoğu ülkenin, özellikle de kendi çıkarlarına hizmet etme bahanesiyle bunu yapma gücüne sahip olanların dış politikasının bir geleneğidir. Kissinger “Kendi halkının sorumsuzluğu yüzünden bir ülkenin komünistleşmesini neden öylece durup izlememiz gerektiğini anlamıyorum!” derdi. Şili’deki Kongre kararlarını göz ardı etmesiyle ilgili ise “Mesele Şili halkına bırakılamayacak kadar mühim!” derdi.

Şili’de Kongre ve başkanlık, Sosyalistler tarafından kontrol ediliyordu. O dönem Kissinger ile birlikte Nixon, teslim olmayı reddettikten sonra sarayında öldürülen veya intihar eden Başkan Allende’yi devirmek için orduyla komplo kurmuştu. Konuya ABD’lilerle Sovyetler arasındaki savaş penceresinden bakın; Washington, Güney Amerika’yı arka bahçesi olarak görüyordu ve dünyadaki birçok ülkenin kaybedilmesinin ardından Sovyetlerin ona elini uzatmasını engellemek için her şeyi yapmaya hazırdı.

Bizim Arap bölgemizde bile Kissinger’ın görüşü “Petrol Arapların eline bırakılamayacak kadar önemli ve hayati bir madendir” şeklindeydi. 1973’teki petrol ambargosu, o dönemde neredeyse ABD’nin Suudi Arabistan’a saldırmasına yol açıyordu. Kaynaklar üzerindeki çatışma kavramıyla ilgili görüşünü Kissinger şöyle açıklardı:

“Gıdayı kontrol eden insanları kontrol eder, petrolü kontrol eden enerjiyi kontrol eder ve doları kontrol eden dünyayı kontrol eder.”

Aynı bağlamda Kissinger, Şah’tan vazgeçip Humeyni’nin iktidara gelmesine izin verdiği için Başkan Carter’ı sert bir şekilde eleştirmişti. Şah’a yönelik insan hakları çağrıları karşısında onu zayıf biri olarak nitelendirmişti. Humeyni rejiminin ılımlı kanadı hakkında söylenenleri alaycı bir şekilde yorumlayarak “İranlı bir ılımlı cephanesi bitmiş biridir!” demişti.

Kissinger neden beğenilirdi? Çünkü o, yanılsamaların, tarihin, sözde zaferlerin kol gezdiği bölgemizde pek çok kişi tarafından anlaşılması gereken realizmin en iyi temsilcisiydi.