Dr. Yasir Abdulaziz
TT

Arap medyasının Gazze savaşına ilişkin haberciliğinde kayıp olan neydi?

Gazze’de devam eden savaşın büyük kısmı halen bir bilinmez. Önümüzdeki günler, bu savaşla ilgili pek çok olay ve kavramı yeniden şekillendirecek tehlikeli sırların ortaya çıkmasına neden olabilir. Buna paralel olarak halen sıcak, yoğun ve çeşitli alanlara hakim olan savaşa ilişkin gerek Doğu gerekse Batı medyasında yer alan haberler bu savaşın henüz tüm gizlerini açığa çıkarmış değil.

Şu ana kadar kazanan tarafı belirlememiz veya savaşan tarafların yaklaşımlarının gerçek nedenlerini anlamamız zor olduğu gibi, çatışmaları ve bunların arkasındaki tarihsel çatışmaya ilişkin haberciliği adil ve hakkaniyetli bir şekilde değerlendirmek de zor. Ancak Gazze savaşının medyadaki yansımalarına ilişkin çok sayıda değerlendirme ortaya çıktı. Bunlar genel olarak, Batı medyasının bu çatışmayı ele alışındaki ‘düşük’ düzeye karşı şaşkınlık veya rahatsızlık hissi etrafında dönüyordu.

Doğuda, batı medyasının bir bütün olarak adil ve hakkaniyetli olmadığı, açık açık İsrail’in yanında olduğunu gösterdiği ve bu tutumun Batı medyasının statüsüne, prestijine ve güvenilirliğine bariz bir şekilde gölge düşürdüğü konusunda neredeyse bir fikir birliği ortaya çıktı.

Bu, Batı medyasında Filistin meselesi ve mevcut savaşla ilgili ortaya çıkan bazı zıtlıklara rağmen pek çok kişinin emin olduğu bir sonuç. Böyle bir sonuca varılmasının nedeni, Batı medyasının Aksa Tufanı savaşının patlak verdiği ilk haftadaki haberlerinde öne çıkan bariz ve çarpık uygulamaları olabilir.

Bununla birlikte Arap medyası da 7 Ekim’de patlak veren savaşa ilişkin haberlerinde kapsamlı bir eleştirel incelemeye tabi tutulmadı. Belki de bu incelemenin zamanı silahlar sustuğunda, savaşın tozu kalktığında ve öldürülen çocuklar ile sivillerin, yıkılan evlerin ve yerinden edilmiş ailelerin trajik görüntülerinin akışı durduğunda gelecek.

Yine de Arap medyasının bu savaşı ele alış biçimine ilişkin dikkat çekici üç sonuç var ve ben, bunları burada sunma riskini göze alıyorum. Bununla birlikte, önümüzdeki günlerin pozisyonları yeniden oluşturacak veya en azından bu kanlı çatışmanın derinliklerinde olup bitenler hakkında daha fazla açıklama sağlayacak çok şey getirebileceğini de not olarak düşmek isterim.

İlk sonuç, genel olarak Filistin meselesine, özel olarak da mevcut savaşa ilişkin ‘geleneksel Arap medyasındaki fikir birliğinin kaybı’ olarak tanımlanabilir. İsrail ile herhangi bir Arap devleti veya grubu arasında savaşların çıktığı önceki dönemleri ve şimdiki savaşta yaşananları karşılaştırdığımızda, bu karşılaşmaların çoğundan sivrilen mevcut çatışmada Arap tarafının desteği konusunda geleneksel medyadaki fikir birliğinin bu kez olmadığını göreceğiz.

Mevcut savaşa ilişkin Arap haberlerinin çoğunda Filistin tarafı ile ilgili zıtlıklar veya fikir ayrılıkları ortaya çıktı. Bazı haberler aynı zamanda, çatışma tarihinde nadir görülen bir şekilde söz konusu tarafa karşı bir nevi şüphe, kuşku ve hatta doğrudan kınama içeriyordu.

İkinci sonuç, çatışma atmosferinde Arap mağduriyeti faktörünün vurgulanması konusundaki fikir birliğinin kaybı olarak tanımlanabilir. 70 yılı aşkın bir süredir olduğunun aksine, bu haberlerin tümü, işgalci ve saldırgan devletin kınanmasıyla birlikte işgal altındaki halkın mağduriyeti düşüncesine dayanmıyordu.

Fikir birliğinin ve mağduriyet düşüncesinin büyük bir kısmının olmamasının sebebi, bazı nüfuzlu Arap ülkelerine göre savaşın hedeflerinin ‘belirsizliği’, savaşın patlak verdiği zamanlamanın tuhaf bulunması ya da bölgesel ve uluslararası başka meselelerle ilişkilendirilmesidir. Ayrıca Hamas’ın sürpriz saldırısını başlatmasının arkasındaki kendi gerekçelerinin şüpheli bulunması ve bu gerekçelerin ulusal kurtuluş hedefleriyle mi alakalı olduğu yoksa belli bölgesel çıkarlar ve amaçlara mı hizmet ettiğinin bilinmemesi olarak gösterilebilir.

Medyanın bu çatışmadaki haberciliğine ilişkin üçüncü sonuç, medyanın durumuyla ilgili teknik bir gelişmeyi yansıtıyor. Geleneksel medyanın olayları çerçeveleme ve kamuoyuna açıklama konusundaki liderlik rolünü kaybederken durumu takip eden sosyal medyanın rolü ve etkisinin iki katına çıktığı görülüyor.

Bu üzücü ve elbette tehlikeli olan durumu takip eden Arap medyasının performansının değerlendirilmesi bağlamında bu üç sonucu birbirinden ayırmak mümkün değil. Bununla birlikte, Arap tarafının desteği konusundaki geleneksel fikir birliğinin kaybolması ve Arap-İsrail çatışmasında Arap mağduriyeti fikrinin kaybolması veya azalması, siyasi konum ve çıkarlarla daha yakından bağlantılı olmaya devam edecek.

Ancak savaşın ve arkasındaki tarihi çatışmanın çerçevelenmesinde kurumsal Arap medyasının etkisinin azalması, Arap medyasının tarihinde bir dönüm noktası olacak. Bu noktada, bu tür büyük olaylar gerçekleştiğinde en geniş alanı Arap kamuoyunu etkileyecek şekilde sosyal medyaya vermenin yaratacağı ciddi yansımaları engellemek için büyük bir çaba sarf edilmesi gerekecek.