Dünya Gıda Programı (WFP), attığı son adımlarla Suriyelilere yaptığı yardımları, niteliği ve bunlardan yararlanan kişi sayısı açısından yedinci kez azaltıyor. Bunun bir ifadesi, Suriye’nin kuzeybatısında yardımlardan yararlananların sayısının toplam 5 buçuk milyonluk nüfus içinde yaklaşık 3 milyon kişiye düşürülmesi oldu. Bu insanların yüzde 90’ı Birleşmiş Milletler (BM) belgelerinde yoksulluk sınırının altında olarak sınıflandırılıyor ve ucu bucağı olmayan sıkıntılar ve zorluklar arasında yaşamlarını sürdürebilmek için gıda yardımına ihtiyaç duyuyorlar. Bu, Suriye’de yaşayanların çoğunun gerçekliğini ve Türkiye, Lübnan, Ürdün ve Irak dahil olmak üzere Suriye’ye komşu ülkelerdeki mülteci akranlarının içinde bulunduğu durumu gösteriyor.
Atılan adımın tehlikesi, yaşamın devamı için en önemli ihtiyaçlardan biri açısından Suriyelileri saran felaketin boyutunu yansıtıyor. En tehlikelisi ise bunun son olmayacak olması ve yardım sistemi tamamen çökene kadar tekrarlanabilecek olması. Zira en sonunda bu noktaya varılacağını gösteren gerçekler ve veriler var; Suriyelilere gıda konusunda yardım tedarik edilmesi gereksinimini doğuran ortam devam edip daha da kötüleşirken, bu ihtiyacı karşılamaya çalışan kaynaklar ise, bırakın yardımların artırılmasını, yeniden azalmadan olduğu şekilde devam etmesi açısından dahi sıkıntılarla karşı karşıya. Bu durum, Suriyelileri ana topluluklarında çevreleyen felaket durumunun hakikatini yansıtıyor.
Suriyelilerin gıda ihtiyacı, Suriye’de ve Suriye’ye karşı yürütülen savaşın sonuçlarından biridir. Savaştan önce Suriye gıda ihtiyacını karşılıyor ve üretimini komşularına ve daha uzak ülkelere ihraç ediyordu. Ancak 2011 yılında savaşın başlamasıyla birlikte durum çökmeye başladı. Çoklu ve karmaşık bölgesel ve uluslararası müdahaleler nedeniyle işler daha da kötüleşti. Silahlı terör örgütleri de işin içine girdi. Bunların başında DEAŞ geliyordu. Görünüşte çatışma içinde gibi görünen, ancak 12 yıldan fazla bir süredir Suriye içinde ve çevresinde savaşı tırmandırmak konusunda iş birliği ve anlaşma içinde olan istihbarat teşkilatlarının desteği, yardımı ve kolaylaştırmasıyla DEAŞ, Suriye’yi suçlarını işlediği bir sahne haline getirdi.
Savaş, Suriyelilerin varlık gösterdikleri ana bölgelerde gıda yardımını bir zorunluluk haline getirdi. İlk kısım Suriye’de üç fiili otoritenin, yani Esed rejimi, Özerk Yönetim ve Türkiye’nin silahlı müttefik gruplarının kontrolü altında yaşıyor. Bu üç otorite, sadece gıda kriziyle mücadele konusundaki yetersizliklerini değil, aynı zamanda bu mücadeleyi vermeme ve durumdan faydalanma arzusunu da paylaşıyor. Zira önceliklerinin başında bulundukları alanlar üzerindeki hegemonyalarını sürdürmek, çeşitli kaynakları azami derecede yağmalamak ve ceplerine giren serveti artırmak geliyor, ki bu durum ülkedeki bütün Suriyelilerin durumunu daha da kötüleştiriyor. İkinci grupta ise komşu ülkelerde ikamet eden ve Türkiye, Lübnan, Ürdün ve Irak’a dağılan mülteci Suriyeliler yer alıyor. Bu dört ülkede, yarısından fazlası Türkiye’de olmak üzere yaklaşık 6 milyon Suriyeli bulunuyor. Komşu ülkelerin çoğu, değişen derecelerde olmakla birlikte zorlu siyasi, güvenlik, ekonomik ve yaşam koşullarıyla karşı karşıya. Burada özellikle Lübnan ve Türkiye göze çarpıyor. Buralarda mültecilere yönelik ırkçı uygulamalar ve onları Suriye’ye sınır dışı etme baskısı, Suriyelilerin hayatlarını daha da zorlaştırıyor ve çoğunun hayatını adeta cehenneme çeviriyor.
Suriyelilerin yaşadıkları zor koşullara ve olaylara ek olarak, meseleleri, hem siyasi açıdan, özellikle Suriye krizine çözüm bulunması için çalışılması noktasında, hem de insani açıdan verilen önemin zayıflaması noktasında uluslararası ve bölgesel odak noktasının dışına çıktı. Bu durum yardımlara yansıdı. Bir yandan nüfusun artması, diğer yandan özellikle rejimin kontrolündeki bölgelerden sığınma ülkelerine gidenlerin sayısının artması ve bu sığınma ülkelerinde yükselen krizlerin yanı sıra küresel hayat pahalılığı dalgasının ortasında yardımlar azaldı ve milyonlarca kişi bunlardan mahrum bırakıldı. Bu insanların çoğunun hiçbir şeyi yok. Özellikle de Suriye’nin kuzeybatısındaki kamplarda, Lübnan’daki kamplarda ve Türkiye kırsalında yaşayanların. Bu bölgelerin hepsi, hiçbir şekilde iş olanağı sağlamayan bölgelerdir ve yapılan azıcık yardımlar olmadan yaşamanın imkanı olmuyor.
Önceki gerçekler ve veriler ışığında, özellikle dünyanın uzun süredir devam eden Suriye felaketinin yanı sıra iki büyük felaketle daha karşı karşıya olduğu göz önüne alındığında, Suriyelilere yönelik insani yardımın gidişatı tamamen bozulmaya doğru gidiyor. Nitekim bir taraftan geniş çaplı bir savaşa dönüşerek milyonlarca kişiyi mülteci konumuna düşüren Rusya-Ukrayna savaşının yansımalarının yol açtığı felaket, diğer taraftan da Gazze Şeridi’nde ve Batı Şeria’nın bazı bölgelerinde milyonlarca Filistinliyi sonuçlarıyla etkileyen İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki Filistinlilere açtığı savaş felaketi var. Bu iki felaket ve bunların kardeşi olan Suriye felaketi, daha fazla insani yardıma ihtiyaç duyuyor. Bu durum, yardım sisteminin ve izlediği yolun yeniden gözden geçirilmesi ve yeni bir yardım sisteminin geliştirilmesi yönünde hareket edilmesi gereksinimini doğurmaktadır.
Gerekli dönüşüme ilişkin bazı noktaları belirtmek faydalı olabilir. Bunlardan en belirgini olarak şu söylenebilir; yardım yalnızca gücü yeten kişiler tarafından gerçekleştirilen insani ve ahlaki bir eylem değildir, daha ziyade, gerek doğal güçlerden gerekse bireyler, gruplar ve ülkeler aracılığıyla beşeri eylemlerden kaynaklansın, gerçeklikteki bazı bozulmaları düzeltmeyi amaçlayan politik ve pratik bir eylemdir. Dolayısıyla yardımların finanse edilmesi, yalnızca zengin ve gelişmiş ülkelerin değil, her ülkenin imkanları dahilinde tüm uluslararası toplumun üzerine düşen bir görevdir.
Felaketler bireylerin, grupların veya ülkelerin eylem veya politikalarından kaynaklansa da, mağdurların suçluların eliyle başlarına gelen felaketlerin sonuçlarına daha fazla katlanmalarından ziyade, politikaları ve eylemleriyle felakete/suçlara sebep olanların, yaptıklarının etkilerini hafifletecek tazminat ödemelerinde bulunarak yardım etmeleri doğal olandır.
Hükümetin Suriye’de yaptıkları Suriyelileri mevcut felakete itmenin yansımalarını nasıl planlayıp uyguladığını, felaketten nasıl yararlandığını ve yaptırımlardan kaçınmak için bu kartı kullandığını ortaya koydu. Bu, özellikle 2023 depreminden sonra rejimin havaalanlarından Suriye’ye gelen uluslararası yardım akını döneminde, belgelerle defalarca kez kanıtlandı. Rejimin, kendisine bağlı olan ve uluslararası yaptırımlar listesinde yer alan bazı kuruluşların, yıllar boyunca BM’nin ve Suriye’deki kollarının, özellikle de insani yardım alanında çalışanların faaliyetlerini sömürmesini nasıl sağladığı ve aslında Suriyeli mağdurlara sağlanan uluslararası hizmetleri ve fonları nasıl ele geçirdiği kanıtlanmıştır.