Dünyada, zorlukların, baskıların, zulümlerin, savaşların, afetlerin, hastalıkların insanı bunalttığı anlar vardır. Çetin imtihanlara maruz kalınan dönemler, çaresiz, terkedilmiş ve sahipsiz hissedilen vakitler vardır. Yürekler daralır. Hz. Peygamberin dahi inkarcıların söyledikleri çirkin ve incitici sözler yüzünden yüreğinin daraldığı bildirilir Kur’an’da...[1]
Çoğu peygamber, uzun süren tebliğ faaliyetlerine rağmen yine de muhataplarının inkâr, yalanlama, alay, iftira, hakaret ve işkencelerine maruz kalmıştır. Peygamberler de her insan gibi duygu, düşünce ve hisler taşıdıkları için yeri gelmiş onların da sabırları tükenmiş ve zaman zaman Allah’a niyazda bulunarak inkârcı kavimleri hakkında beddua etmişler artık bir hüküm vermesini istemişlerdir. Tüm insanlar için en güzel örnek olarak nitelenen Hz. İbrahim, bir yandan babası bir yandan da inkârcılar tarafından şiddetli hakaret ve tehditlere uğrayıp vatanını terk etmek zorunda kalmasına rağmen ne babasına ne de düşmanlarına bir beddua etmemesine rağmen kavminin kendisine yaptıkları karşısında dayanamayıp “Size de Allah’ı bırakıp taptığınız bu şeylere de yuf olsun! Siz aklınızı kullanmaz mısınız?”[2] demek durumunda kalmıştır.
Risalet Döneminde “Hz. Peygamber ve onunla beraber mü’minler, “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı.”[3] Müminleri teselli etmek maksadıyla Yüce Allah “iyi bilin ki Allah'ın yardımı şüphesiz yakındır.” buyururken, aynı ayetin başında “Sizden önce gelenlerin durumu sizin başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi zannettiniz?” şeklinde bir uyarı yapmıştır. Rivayetlere göre bu ayet, Hendek Savaşı’nda inananların karşılaştıkları sıkıntılar üzerine nazil olmuştur. O gün, günler geçmesine rağmen netice alınamayınca, Hz. Peygamber ve sahabi ciddi manada sarsılmışlardı. Fakat “Allah’ın yardımı ne zaman gelecek?” diyecek kadar çaresiz kalmalarına rağmen, cepheyi bırakmamışlardı. Allah da sadakat ve samimiyet testinden geçirdiği mü’minleri, “iyi bilin ki Allah'ın yardımı şüphesiz yakındır.” sözüyle müjdelemiş ve onların galip gelmesine yardımcı olmuştu. Resûlullah da “Allah’a yemîn olsun ki, Allah-ü Teâlâ bu dînin hâkim olmasını murâd etmektedir. Öyle ki, yolcu San‘a’dan bineğine binecek, Hadrâmût’a kadar gelecek, Allah’dan başkasından ve koyunları için de kurttan başkasından korkmayacaktır. Fakat siz acele ediyorsunuz!” buyurmuştu.[4] Bir başka rivayete göre ise bu ayetler, evlerini, mallarını ve yakınlarını Mekke’de bırakıp çeşitli sıkıntılara katlanarak Medine’ye göç eden müslümanları teselli için inmiştir. Habbâb bin Eret (ra) şöyle bir olay nakletmiştir: “Biz Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a: ‘Yâ Resûlallah! Bizim için Allah’dan yardım dileğinde bulunmayacak mısın? Bizim için duâ etmeyecek misin?’ dedik. Peygamber Efendimiz: ‘Sizden evvel geçenlerden birinin başının ortasına testere konup, tâ ayağına kadar biçilirdi de, bu onu dîninden vazgeçirmezdi! Demirden taraklarla taranır, eti kemiğinden ayrıldığı hâlde, bu onu yine de dîninden döndürmezdi!’ buyurmuştu.”[5]
Buruc suresinde hiçbir suç işlemedikleri halde yalnızca Allah’a inandıkları için ashâbü’l-uhdûd tarafından kendilerine zulmedilen, işkenceye uğrayan, ateşle dolu hendeklere atılıp diri diri yakılan iman ehlinin hazin durumunu dile getirilir.[6] Tarihi bilgiler, bu tür hadiselerin insanlık tarihi boyunca birçok kez meydana geldiğini göstermektedir. Çeşitli işkence, zulüm ve sıkıntılara mâruz kaldıkları halde imanlarından tâviz vermeyip sorumluluklarının gereğini yerine getiren müminlerin âhirette altlarından ırmaklar akan cennetlerle ödüllendirilecekleri ifade edilir. Hendeğin etrafında oturup onları seyreden zalim kimselerden “kahrolsunlar” diye kısaca bahsedilir. Sûrede geçen “Şüphesiz rabbinin yakalaması pek müthiştir.” ayeti, zalimlerin yaptıklarının cezasız kalmayacağını göstermektedir.
Dünyada tam bir rahatlık yoktur. Ümitsizliğe kapılmadan, iyilikler uğrunda fedakarlık yapmaya devam edenler, sabır ve sebat gösterenler bizzat ve netice itibariyle kazanmışlardır. Cennet muhteşem bir kazançtır. Sözlü dualar, fedakarlıklar Allah’ın yardım ve desteğini celbeder. Hz. Muhammed ve onun ashabı, imanlarını ve kutsal değerlerini rahatlarının üstünde görmüşler; bu değerleri koruma ve güçlendirme uğruna dünyevî konforlarını feda etmeyi göze almışlar; büyük acı ve sıkıntılara katlanmışlar, Allah’ın rahmetinden ve yardımından asla ümitlerini kesmemişlerdir. Yardım gelip de muzaffer olduklarında ise Rabblerine hamdederek O'nu tesbih etmişler ve O'ndan mağfiret dilemişlerdir.
[1] Hicr 15/97
[2] Enbiya 21/6.
[3] Bakara 2/214.
[4] İbn-i Kesîr, c. 1, 188.
[5] Buhari
[6] Buruc, 85/4-11.