Faysal Muhammed Salih
Sudan eski Enformasyon Bakanı
TT

Uluslararası müdahale mi yoksa bölgesel girişimler mi...?

Sudanlı yazarlar, aydınlar ve siyasi aktivistler arasında Sudan’a uluslararası müdahale çağrıları her geçen gün artıyor. Bu çağrı, uluslararası müdahaleye ilişkin farklı yaklaşımları yansıtsa da hepsi ulusal ve bölgesel çözümlere yönelik umutsuzluğu ve Sudan’ın yürüdüğü sona ilişkin korkuyu ifade etmektedir.

Bütün bu çağrılar, mevcut gerçekliğin ve sonuçlarının karamsar bir okumasından kaynaklanıyor. Zira bu çağrıları destekleyenlere göre ülkedeki mevcut savaş, tek bir tarafın zafer elde edip ülke üzerinde tam kontrol sahibi olmasıyla sona ermeyecek. Aksine bu savaş ülkenin parçalanması, birliğinin dağılması, halkının emniyet ve güvenliğinin tehdit edilmesi ve zenginliklerinin yağmalanması ile sonuçlanacak. Yaklaşım şöyle öngörüyor; şu anda önerilen girişimler, savaşan iki taraf arasında müzakerelere ve ardından en iyi senaryoda otorite paylaşımına veya güçlü ortaklar olarak varlıklarını sürdürmelerine yol açacak. Dolayısıyla bu, krizi yeniden üretmekten başka bir işe yaramayan bir durum ortaya çıkaracak.

Bu görüşü bir süredir en çok savunan ve bunda ısrar eden kişi Hartum Üniversitesi Eski Rektörü Profesör Mehdi Emin et-Tum. Ulusal harekete önemli katkılarda bulunan bir aileden gelen Profesör Mehdi, Sudan’ın gönüllü bir tercihle on yıl süreliğine uluslararası vesayet altına alınması yönünde çağrıda bulundu. Mehdi, bu süre zarfında silahlı kuvvetler de dahil olmak üzere tüm devlet kurumlarının yeniden teşkil edilerek merkezi yönetim altında organize edilmesini ve ülkenin kalkınma yoluna sokulmasını savunuyor. Uluslararası bir komitenin Sudan için daha sonra halk referandumuna tabi tutulacak bir anayasa taslağı hazırlamasını öneriyor. Sunduğu seçenekler arasında Sudan’da merkezi yönetim ile federal yönetim arasında seçim yapmak için bir referandum yapılması da yer alıyor. Bir taraftan da Sudan Birleşik Devletleri adı altında federal bir sistem öneriyor. Bu öneri, Kenyalı-ABD’li Profesör Ali Mezrui’nin (1933-2014) Afrika’daki ulusal yönetim elitlerinin birçok başarısızlığını gördükten sonra, o dönemde yeni-sömürgecilik olarak adlandırılan manda yönetimini bazı Afrika ülkelerine yeniden dayatma çağrısını akıllara getiriyor.

Öneri, destekleyenler ve karşı çıkanlar arasında geniş çaplı tartışmaların fitilini ateşledi. Araştırmacı yazar Cemal Abdurrahim Arabi çağrıyı destekleyerek devreye girdi. Sömürgeciliğin geride bıraktıklarının üzerine bir şeyler inşa etmede, bütün ulusal yönetim dönemlerinin nasıl başarısız olduğunu delilleri ile detaylıca paylaştı. Eğitimden tutun sağlığa ve altyapıya kadar hayatın her alanının bozulduğunu söyledi. Tarımsal ve endüstriyel üretim kurumları, demiryolları, havayolları ve deniz taşımacılığı gibi ulaşım kurumlarının çöktüğüne dikkat çekti.

Çağrıyı destekleyenler, Birleşmiş Milletler’in (BM) Kosova ve Doğu Timor’daki vesayet deneyiminin başarısına odaklanıyor. Bununla birlikte, uluslararası müdahaleyi destekleyen diğer eğilimler vesayet çağrısı aşamasına henüz ulaşmadı. Ancak Sudan’da savaşan grupları ayırmak, sivilleri korumak ve insani yardımların ulaşmasını sağlamak için uluslararası güçlerin ülkeye gönderilmesine izin veren BM Şartı’nın Yedinci Bölümü’nün uygulanması çağrısında bulunuyorlar. Bu öneri, tanınmış insan hakları örgütü olan Darfur Avukatlar Derneği tarafından benimsendi. Derneğin başkanı Avukat Salih Mahmud, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres ile görüşerek bu talebi kendisine iletti. Dikkat çeken şey, Salih Mahmud’un Komünist Parti Siyasi Bürosu üyesi ve dış ilişkilerden sorumlu olması. Her ne kadar partici sıfatıyla değil, bir insan hakları savunucusu olarak bu talebi iletmiş olsa da bu nokta büyük bir anlam taşıyor. Öneri, aynı zamanda bunu savaş ve yerinden edilme krizlerine geçici bir çözüm olarak gören birçok destekçi de buluyor.

Bu fikri ilk etapta reddedenlerden tutun bunu ulusal bir ihanet olarak görenler ve BM’nin kendisini başarısız bir örgüt olarak görüp, müdahalesinin de yalnızca daha fazla karmaşıklığa ve belki de parçalanmaya yol açacağını düşünenlere kadar farklı olumsuz tepkiler aldı.

Bu önerileri ortaya koyan isimler düşünce ve siyaset alanında yeni değiller ve ulusçu duruşlarıyla tanınmaktalar. Bu nedenle fikirlerini ihanet yaftalamaları veya suçlamalar olmadan sistematik ve objektif bir şekilde tartışmalılar. Aslında pek çok kişi ülkedeki durum ve sonuçlarıyla ilgili karamsar tabloda hemfikir ama belki de tam uluslararası müdahaleyi çözüm olarak görmüyorlar.

Uluslararası müdahalenin olumlu bir atmosfer oluşturmadığı Irak, Suriye, Kongo, Afganistan gibi birçok ülkede başarısız uluslararası müdahale deneyimlerinin delilleri var. Bundan da öte BM-Afrika Birliği Darfur Misyonu (UNAMID) güçlerinin Darfur’daki deneyimi (2007-2020) var. Afrika Birliği ile BM’nin ortak bir misyonu olup, BM Şartı’nın 7. Bölümü kapsamında faaliyet gösteren ve hacmi bazı dönemler çeşitli ülkelerden gelen 26 bin asker ve güvenlik gücüne ulaşan bu misyon, Darfur’da barışın sağlanması ve sivillerin korunması için ayrılan bütçeyi tüketmiş ve kendisine verilen görevleri yerine getirmede başarılı olamamıştır.

Objektif kaygılardan biri de uluslararası güçlerin varlığının Sudan ve komşu ülkelerden radikal savaşçıları çekebileceği. Bu, El-Kaide ve DEAŞ deneyimlerini hatırlatıyor. Bu varsayım makul; çünkü başka ülkelerde denenen cihad çağrıları böyle bir ortamda kendine uygun zemin bulabilir.

Kesin olan şu ki, ulusal veya bölgesel girişimlerle çözüme ulaşılması halinde barış, geçiş düzenlemeleri, anayasa, seçimler ve insani yardım alanlarındaki uluslararası yardım misyonunun yanı sıra, savaşçıları denetleyecek ve ayıracak güçlerin varlığı bir zorunluluk haline geliyor. Çünkü halihazırda çökmüş olan devlet kurumları bu görevi yerine getiremez. Ancak bu misyonun ve kuvvetlerin varlığı, uluslararası manda ve vesayet düzeyinin çok altında bir BM kararıyla gerçekleştirilecektir.