İyad Ebu Şakra
Siyasi analist, tarih araştırmacısı
TT

Söz ve eylem arasında biz ve Gazze

Bölgemizde olup bitenlerle ilgili gerçeği bilmek çıkarımıza mı yoksa biz bunların acı ve katılığına katlanamayacak kadar masum muyuz?

Bilhassa son birkaç ayın ortaya çıkardığı pek çok niyet ve yaklaşımdan sonra, benim düşüncem ki umarım yanılıyorumdur 2024'ün bize getireceği meydan okumalarla gerektiği gibi başa çıkamayacak kadar masum ve çaresiz olduğumuz yönünde.

Yakın Doğu bölgesi coğrafi ve demografik olarak gözlerimizin önünde değişirken, bizden ziyaret turları ve mekik diplomasisiyle oyalanmamız, Washington ve bazı Batılı başkentlerin diplomatik açıklamalarına inanmamız bekleniyor. Buna paralel olarak Arap dünyamızda ve çevresinde bazı aldatılmışlar ile aldatanlar halen içi boş tehditler ve boş sözlü gerginliklerle rahatlıyorlar.

Dün birçok kişi Lübnan Hizbullahı Genel Sekreteri Hasan Nasrallah'ın, İsrail'in Hizbullah'ın kalesi olan Beyrut'un güney banliyösünde önde gelen Hamas lideri Salih el-Aruri ile bazı yoldaşlarına suikast düzenlemesinin ardından ne söyleyeceğini merak ediyordu. Ancak Nasrallah yeni bir şey söylemedi.

Üstelik Hizbullah zaten İran stratejisinin ayrılmaz bir parçası ve İran uzun süredir Devrim Muhafızları liderleri aracılığıyla tehditlerde bulunuyor ve “İsrail'i ortadan kaldırmanın” birkaç dakikalık bir mesele olduğunu tekrarlıyor. Ama  İsrail makinesinin Gazze Şeridi'nde üç ay boyunca işlediği ve on binlerce sivilin kurbanı olduğu korkunç kıyımların yarattığı dehşete rağmen, vaat ettiği “başarıyı” gerçekleştirmeyi ağırdan alıyor.

Tahran, her zamanki gibi, küçük çatışmalara girişme ve pozisyon alma görevini Arap kol ve araçlarına devretti. O ise “direniş” adı verilen bölgesel nüfuzunu güçlendirmek için başkalarının cesetleri, anavatanlarının ve toplumlarının enkazı üzerinde savaştı ve savaşmaya da devam edecek.

Elbette Tahran bunun karşılığında bir ödül bekliyor. Onlarca yıldır olduğu gibi, Batı'nın oluşumlarını altın tepside birbiri ardına kendisine teslim ettiği Yakın Doğu'nun kalıntılarına dayatılacak uzlaşmaların ve çözümlerin bir parçası olmayı bekliyor.

Irak'ta Tahran, Gazze için intikam adına milisleri aracılığıyla yerel bir “provokasyon savaşı” yürütüyor. Ne Washington ne de İsrail bundan rahatsız görünmezken, Irak devleti, Irak kimliği ve Irak'ın egemenliği artık geçmişte kaldı.

Suriye'de Barack Obama'nın çizdiği “kırmızı çizgiler” tek başına rejimi kurtarmadı, aynı zamanda İran'ın Suriye'nin başkenti ile doğuda Irak sınırından batıdaki Lübnan Cumhuriyeti'ne kadar uzanan orta kuşağı üzerindeki hegemonyasının güvenliğini de temin etti. Suriye toprakları şimdi bölünmüş nüfuz alanlarının, uyuşturucu fabrikalarının, silah kaçakçılığı rotalarının ve komşu ülkelere çatışma ve huzursuzluk ihraç etmenin yeri oldu.

Tahran'ın Hizbullah üzerinden “savaş ve barış kararı” ile maliyesi ve güvenliği üzerinde hakimiyet kurduğu Lübnan'a gelince, ülkenin kimyası ve içindeki gerçekler değişti. “Direniş”, yani İran'ın bölgesel hegemonya planı olmasaydı bu mümkün olamazdı. Bu “direniş” bahanesiyle Hizbullah, diğer tüm Lübnanlı parti ve güçlerin aksine silahını korudu. Bu silahla da çatışıyor, manevralarda bulunuyor ve şantaj yapıyor. Lübnan'ın İsrail ile deniz sınırlarının çizilmesini onayladıktan sonra, şimdi de "sınır çizme mühendisi" Amos Hockstein'ın kara sınırlarıyla ilgili bir sonraki adım konusunda kendisiyle anlaşmaya varmasını bekliyor. Nitekim Nasrallah dün, "İsrail'in Gazze'deki operasyonlarını durdurması durumunda" bir ateşkese ulaşılması ihtimalini dışlamayarak, doğrudan açıklamadan buna imada bulundu. Bu arada, açıklamalar gerginleşirken, sınırdaki karşılıklı füze ve top atışları angajman kuralları adı verilen çerçeve içerisinde devam ediyor. Hedef alınan İsrail bölgelerinin çoğunun sakinlerinin kısa süre önce tahliye edildiğini hatırlatalım.

Yukarıdakilere dayanarak, İran'ın provokasyon savaşında yeni rolü bugün Kızıldeniz'de ve Babu’l Mendeb Boğazı'nda Yemenli Husiler oynuyor görünüyor.

Bu yeni unsur, deniz ticaretinin korunması amacıyla uluslararası müdahalenin önemini artırdı. Söz konusu unsur aynı zamanda, İran hizmetlerine olan ihtiyacı da artıracak. Bu ise bölgeyi paylaşma senaryosu hedefinde Tahran’a yardımcı olacak. Hele ki Tahran'ın İsrail’i ortadan kaldırma niyetinde olmadığı teyit edildikten sonra. Hatta tam aksine, Tahran'ın son yıllardaki tüm tehditleri, yayılmacı İsrail sağının gücünün artmasına ve ABD'nin İsrail'e verdiği siyasi ve askeri desteğin hacminin büyümesine yol açtı.

Birkaç gün önce, X platformunda İsrail yanlısı bir elektronik sineğin saldırısına uğradım. Kendisi Tel Aviv ile Tahran arasında bir çıkar kesişmesinin varlığından bahsettiğim için beni aptallıkla suçladı. Ancak eylemlerin her zaman sözlerden daha doğru ve daha güçlü olduğuna inanıyorum.

Özellikle Joe Biden yönetimi İran'ın İsrail'e saldırma niyetinde olmadığının tamamen bilincinde. Biden yönetimi Gazze'deki yerinden etme savaşının başlangıcından bu yana, çatışmaların bölgesel bir savaşa dönüştürülmesine karşı çıkıyor. Çünkü birinci olarak, Tel Aviv’in Filistin meselesinin tasfiyesi talebini kabul ediyor. İkinci olarak da İran'ın Ortadoğu'daki bölgesel rolünü korumak istiyor.

Bu sözlerden hâlâ şüphe duyanlar için yapılacak tek şey, Arap Maşrık (Levant) bölgesinde Tahran'ın kontrolü altındaki bölgelerdeki koşullara bakmak ve ardından Obama'nın şu sözlerini hatırlamaktır: "İranlılar intihar bombacısı değil!"