Abdullah Utaybi
Suudi Arabistanlı yazar. İslami akımlar araştırmacısı
TT

Bir kez daha İslam öncesi dönemde Araplar

Tarih, rolünün ve değerinin farkında olmayanlar için, gerçeklik üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Bir Arap vatandaşının, Ortadoğu haritasının tamamındaki koşulları ve hem Arap hem de Arap olmayan bölgelerdeki dalgalanmalarını düşünmesi bunu görmesi için yeterlidir. Burada Türklerin Osmanlı tarihi, İranlıların Fars tarihi, İsraillilerin Yahudi tarihi ve Arapların uzun bir tarihi vardır. Tarih, doğru yorum ve destekleyici bir metodolojiyle buluştuğunda, günümüzde hakları korumada, geleceği inşa etmede ve tarihsel değişimlerin maliyetlerini azaltmada en büyük etken olabilir.

“Tarih, galipler tarafından yazılır” gibi ifadeler ve sıklıkla “dipnotları” araştıran ve onları temel haline getirmeye çalışan disiplinler, üzerinde çok fazla düşünmeye ve düzenleme yapmaya, dolayısıyla da inşa ve etkiye ihtiyaç duymaktadır. İşte bu yüzden ülkeler çatışmış ve tarihçiler “tarihi” şu veya bu ulus, şu veya bu devlet için bir geçmiş silahı haline getirip getirmemek konusunda anlaşmazlığa düşmüşlerdir. Yahudiler onlarca yıl önce Filistin'e geldiklerinde, iddialarını tarihsel ve dini bir argümana dayandırmışlardı. Bu argüman bilimsel değeri bir yana, dünya genelinde ve özellikle Ortadoğu'da yeni bir gerçeklik yarattı. Aynı şey, Türklerin bir uzantısını temsil ettikleri için İslam Hilafeti’nin mirasçıları oldukları iddiası için de söylenebilir. Bu, tarihsel ve dini bir iddiadır. Türkiye, Atatürk'ün laikliği ile Necmettin Erbakan'dan Recep Tayyip Erdoğan'a kadar yeni İslamcılık arasında onlarca yıldır çelişkiler yaşamıştır.

Bu, İran'ın imparatorluğunu başkalarının aleyhine yeniden canlandırma hakkı iddiası için de geçerlidir. Bir yazar veya siyasi analist, tarihin siyasetteki öneminden bahsettiğinde, bazıları sadece siyasetle ilgisi olmayan bir konuyu tartıştığını düşünür. Bu, “sosyal medya” çetesinin “ihtiyacının” ve anlık, kısmi olanın peşinden koşan “sistematik değersizleştirmenin” bir sonucudur.

Başlangıca dönersek, geçen haftaki makalemizde nadir el yazmaları ile ilgili bir araştırmanın olumlu yönlerine dair örneklerden bahsetmiştik. Keza Dr. Saad el-Suveyan liderliğindeki bir akademik ekip tarafından yapılan araştırmanın sonucu olan “Yabancı Belgelerde Kral Abdulaziz” kitabının hikayesi başta olmak üzere, Kral Abdulaziz Vakfı gibi bazı yeni ve derin tarih kurumlarının politikalarını da ele almıştık.

Geçmişte, bu alanda başarılı olan Dr. Muhammed el-Zülfa gibi bazı önde gelen Suudi Arabistanlı tarihçiler, belge kıtlığı ile yüzleşmişlerdi. Doğu ve batıya seyahat ederek, seçkin kitaplar yayınlamış ve hem ülke içinde hem de dışında nadir belgeleri ortaya çıkarmışlardı. Bunu anavatanın haklarını korumak, tarihine hizmet etmek ve gelecekteki araştırmacı ve tarihçileri aydınlatmak için yaptılar. Yerel tarihimizin kısa sayılamayacak bir süre boyunca maruz kaldığı sistematik gizlilik ve seçiciliği reddettiler. Şimdi doğru soruları sorabilen ve kesin cevaplar arayabilen sistematik tarihsel araştırmanın zamanı geldi ve bunlar, ulusların ve halkların tarihlerinde önemli anlardır.

Dünyanın birçok ülkesinde, üniversite ve akademilerdeki bilgi kaleleri, bazen öğrettikleri ve araştırdıkları bilimlerde gerçek bir gelişmenin önünde engel teşkil ederler. Öyle ki, “alışkın oldukları” ile çelişen her yaklaşımı mutlak bir biçimde reddederler. Bu, üniversitedeki bu alan veya uzmanlık alanının üzerine inşa edildiği temellere meydan okuyan bilimsel bir gerçeği veya araştırma sonucunu kanıtlamaya çalışan çalışkan, farklı araştırmacı için istenmeyen sonuçlar doğurabilmektedir. Bunun sayısız örneği komünist üniversitelerde, “sol”un egemen olduğu Batı üniversitelerinde ve ayrıca genel olarak miras, toplum veya bilgiye dair seçici bir okuma sunan milliyetçi veya dini bir ideolojinin motive ettiği birçok üniversitede mevcuttu ve olmaya devam etmektedir. Dini ideolojik akademilerin sorunu, bir araştırma yöntemi veya bilimsel sonuç üzerindeki herhangi bir anlaşmazlığı, araştırmacının toplumdaki yaşamını ve varlığını tehdit eden dini bir anlaşmazlığa dönüştürebilmeleridir.

Bu satırların yazarı, otuz yıldan fazla bir süre önce, Muhammed Ahmed Cad el-Mevla, Ali Muhammed el-Becavi ve Muhammed Ebu'l-Fadl İbrahim gibi yazarlar tarafından 1940'ların başında yayınlanan “İslam Öncesi Dönemde Araplar” adlı bir kitap okumuştu. Ardından “İslam Döneminde Araplar” adlı kitap yayınlandı ve bu ikisi, tarihsel farkındalığın ilk temellerini atmada faydalı olan iki özlü ve hafif kitaplardı.

Her Arap ülkesinde, bir okuyucu son yıllarda ülkesinde basımı ve dağıtımı yasaklanan bir grup tarih kitabı belirleyebilir. Hızlı bir inceleme, bunlar hakkında hem olumlu hem de olumsuz yeni gerçekleri ortaya çıkarabilir. Arap ülkelerinde modern tarih, Arap-Arap anlaşmazlıkları sırasında sistematik bir çarpıtmaya maruz kalmıştır. Tarih ve siyaset üzerine, daha yakından incelendiğinde, yazıldığı mürekkebe değmeyen eserlere de tanık olduk. Benzer yayınlar, Batı'da ülkelerinin tarihine muhalif olarak bilinen kesim tarafından da yayınlanıyor.

Son olarak, yalnızca geriye dönük değil, ileriye dönük bir etkiyle tarih siyasete hizmet eder. Farklı -tarihsel, politik, kültürel ve toplumsal- bağlamları kavrayabilenler, kendilerinin ve toplumun farkındalığını artırma potansiyelini fark edebilirler.