Hazım Sağıye
TT

Daralan Siyonizm ve genişleyen Siyonizm

7 Ekim eyleminden sonra Siyonizm iki okumanın ve öngörünün konusu oldu. Birincisi, Siyonizm’in, Yahudi meselesinin çözümü olmadaki başarısızlığının teyit edilmesi. Zira Siyonizm’in Yahudilere güvenliklerini koruyan, onlara istikrar ve gelişme koşullarını sağlayacak bir anavatan ve devleti garanti edecek tek çözüm olduğu söyleniyordu. İkincisi, bu çözümü daha da sağlamlaştıracak pençelerle, özellikle Yahudilerin Siyonizm devleti dışında güvenlikleri de eskisine göre gerilediğinden, Siyonizm’in alternatifi olmadığına dair daha büyük bir inançla güçlendirildikten sonra yenilenmesi.  

Gerçek şu ki günümüz dünyası, ekonominin küreselleşmesinden çevre sorunlarının küreselleşmesine, uluslararası kurumların kurulmasından sınır ötesi suç türleriyle mücadeleye kadar Siyonizm'i ve genel olarak milliyetçiliği aşılmış bir konu haline getiren çeşitli unsurlarla dolu.

Dahası, bu aşkınlık bir bütün olarak milliyetçilik için doğruysa, Siyonizm için daha da doğrudur. Bunun nedeni de yalnızca Siyonizm’in varlığını kabul etmemeyi seçtiği bir halkı kovup onun yerine başka bir halkı getirmesi değil, aynı zamanda tanımı gereği kültürel çoğulculuğun işleyişiyle çelişen bir tür “komüniteryen milliyetçilik” olmasıdır. Bu milliyetçilik ise kültürel çoğulculuk ve sivil bağların üstünlüğüyle ilgilenme, insan haklarına ve diğer evrensel değerlere uygun çalışma ile tanım olarak çelişir.

Ancak aşkınlık buna rağmen teorik bir aşkınlık olarak kalır. Çünkü bu tür bir milliyetçiliği aşan dünya, aynı zamanda onu vurgular ve yaşatır. Maddi ilişkilerde onu aşarken, bilinçte kuvvetlendirir. Bu, bir tür kabileciliğe doğru hızlanan küresel dönüşümün eşlik ettiği bir kimlikler çağında yaşadığımıza ilişkin mevcut fikir birliği ile ifade ediliyor.

Böylece kendimizi büyük bir paradoksla karşı karşıya buluyoruz; teorik olarak aşılmış Siyonizm’in, Siyonizm'e benzer ideolojileri benimsemeye veya İsrail'e benzer devletler kurmaya hevesli olanlara örnek olması.

Aynı zamanda hem meşru hem de ilerici bir arzu olan Siyonizm'i dağıtma arzusu, büyük ihtimalle küresel ölçekte ve özellikle bölgemizde kimlikçi ve kabileci dalgalanma gerilemedikçe gerçekleşmeyecek. Birkaç on yıl geriye gitmek, hem Siyonizm hem de Siyonizm karşıtlığının da içinde bulunduğu kimlikçi ve kabileci dalgalanmanın açık savaşların ve devam eden felaketlerin doğurucusu olduğuna bizi ikna etmek için yeterli.

Öte yandan Siyonizmin ömrünü en çok kısaltan şeyin siyasi, ardından fikri ve ideolojik atılımlar olduğu da söylenebilir. Örneğin -ki bu pek çok örnekten sadece biri- 1993'te Oslo Anlaşmaları'nın oluşturduğu ortamın nasıl “post-Siyonizm” olgusunu doğurduğunu biliyoruz. Bu olguya 1948’deki Nakba’nın kökünden söküp atma ve sürgün ile bağlantısı konusunda en güçlü tarihsel argümanları sunan "yeni tarihçilerin" değerlendirmeleri eşlik etmişti. Tarihsel Filistin topraklarında Araplar ile Yahudilerin birlikte yaşayacağı, Arapların sayısal olarak çoğunluğu, Yahudilerin ise azınlığı oluşturacakları tek bir devlet önerisini engelleyenin, tam olarak tüm bölgenin çoğunluk ve azınlık arasındaki çatışmalara gömülmüş durumda olması ve çatışmaların çözümünde çoğunluğa bir silah olarak güvenilmesi olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla ılımlı da olsa İsrailli bir Yahudi’nin, çevresinde Sünnilerle Şiilerin, Araplarla Kürtlerin, Müslümanlarla Hıristiyanların her zaman ölüm ve yıkıma dönüşme ihtimali bulunan karşılıklı korkularını hissederken, böyle bir çözümü kabul etmesi mümkün olmayacaktır. Elbette, eğer Arap bölgesinde tek bir demokratik ve laik deney başarılı olsaydı, Siyonist saldırganlık çağı ile daha kopuk görünür ve saldırganlığı nedeniyle daha zor durumlarda kalırdı.

Kimlik bağlarındaki her radikalliğin Siyonizm'e saf ve net bir armağan sunduğunu, onun bugün gördüğümüzden daha kanlı ve barbar “çözümlerini” arındıran bir araç olduğunu varsaymak abartı olmaz. Bu, siyasal İslam ya da buna benzer herhangi bir eğilim için olduğu kadar Arap milliyetçiliği için de geçerlidir. Nasıl ki Siyonizm'in aşırılık ve çılgınlığa olan eğilimi bu bağları aşırılık ve çılgınlığa itiyorsa bunun tam tersi de geçerlidir. Dahası İsrail Siyonizmi’nin milliyetçilik ya da İslamcılık bayrağını taşıyan partizan ve milis hareketlerine yöneltilebilecek her türlü eleştiriyi zayıflatması, hatta bu hareketleri güçlendirmesi, modern tarihimizin sıkıntılarından olabilir. Aynı şekilde bu hareketlerin varlığı da Siyonizm'in körelmesi veya erozyona uğramasıyla ilgili tüm umutları sekteye uğratıyor.

Kimlikçi eğilimlerin, tıpkı zamanın ruhunu umursamadıkları gibi, başka hiçbir şeyi de umursamadıklarını, kendilerini ve dünyayı varlıklarını ortaya çıkaran sonuçlara doğru itmeye devam ettiklerini biliyoruz. Örneğin Siyonizm, sömürgecilikten kurtulma dalgasına rağmen ve Hindistan'ın bağımsızlığından yalnızca bir yıl sonra devletini kurdu. Sovyet komünizminden önce faşizmin etkisinde kalan Arap milliyetçi askeri darbeleri, ancak faşizmin İkinci Dünya Savaşı'ndaki yenilgisinden sonra doğdular. 1979'daki İran devrimiyle siyasal İslam'a geçişin başlangıcına gelince, Enver Sedat'ın bölgeyi sükunete kavuşturma yönünde gerçekleştirdiği geçişe eşlik etti. Bu sırada Soğuk Savaş'ın tükenmeye başladığına dair işaretler de çoğalıyordu.

Bu nedenle, Filistin vatanseverliğini kimlikçilik ve kabileciliğin pençesinden kurtarmak, onu Filistinlilerin çıkarlarıyla en çok uzlaştıran ve koruyan, onu ve bizi kötülük ve zarara neden olma potansiyeli en yüksek olan Siyonizm başta olmak üzere, komüniteryen bağların kötülüklerinden koruyacak şey gibi görünüyor.  Elbette vatanseverliğe, özellikle de Filistin vatanseverliğine doğru böylesine bir geri çekilme ancak çatışmanın ilgilendirdiği herkesin dayanışma ve yardımlaşmasıyla paralel olarak gerçekleşebilir. Ne yazık ki bunun bugün kayda değer bir izi yok ve bu da bizi "zaferlerle” süslü boş bir çukura dönüşen bir bölgede Siyonizm ve kendisi ile savaşmayan antibiyotikleri ile daha fazla karşı karşıya bırakıyor.