“Çatı ağır bir kurşun idi
Şehrin ve insanların üzerine yağıyordu
Evrende kötülük var idi
Yeryüzünde açlık
Ve insanlar perişan idi”
Sanki 2015 yılında vefat eden şairimiz Muhammed el-Fituri, ‘Kutsal Toprak’ adlı şiirinin bu mısralarında Sudan'da yaşanan savaş trajedisinden bazı olayları anlatıyor. Şairin bu savaşta birden fazla trajedisi oldu. Birkaç gün önce medya, onun küçük oğlu Taceddin'in (ya da arkadaşları ve meslektaşlarının tanıdığı isimle İhab'ın) Kuzey Hartum'daki evinde öldürüldüğünü bildirdi. Tanıdıkları, evini teslim etmeyi reddetmesinin ardından Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) üyeleri tarafından vurularak öldürüldüğünü söyledi.
Bundan aylar önce, savaşın başlangıcında, eşi Asya Abdulmacid el-Kityabi'nin öldürülmesiyle el-Fituri'nin evinde başka bir trajedi yaşandı. O, Sudan tiyatrosunun öncülerinden ve çocukların eğitimine büyük önem veren kadınlardan biriydi. Çatışmalardan dolayı şehirdeki mezarlıklara defnedilmesinin mümkün olmaması üzerine ailesinin onu kendi evine gömmek zorunda kaldığının duyulmasının ardından ölümü Sudan kültür çevrelerinde büyük üzüntü yarattı.
El-Fituri bugün hayatta olsaydı, kariyeri üzerinde büyük etkisi olan ve bazı şiirlerinde ‘abanoz’ ve ‘esmer’ olarak isimlendirdiği Asya ve şiir sahasında onun izinden giden, Hz. Peygamber'i öven çeşitli eserler ve şiirler yazan oğlu İhab (Taceddin) için acı bir şekilde ağlayacaktı.
Hepsi bu kadar değil. Çünkü bu yıkıcı savaş, eşi benzeri görülmemiş bir yıkıma ve her Sudanlıyı etkileyen derin yaralara neden oldu. Dünyanın kınadığı ve HDK’yi sorumlu tuttuğu ırkçı soykırım katliamlarının hedefi olan el-Fituri'nin memleketi el-Cuneyna şehrinde ve Masalit kabilesine mensup halkı arasında bir trajedi daha yaşandı. İnsanlar, bir grup Masalit gencinin silah zoruyla diri diri gömüldüğü video da dahil olmak üzere, etnik temizliği belgeleyen videoları kolay kolay unutmayacak.
Savaşın karmaşıklığı ışığında bazı insanlar, İhab'ın (Taceddin) evinde öldürülmesinin onun Masalit kabilesine mensup olmasıyla bağlantılı olduğu yönündeki korkularını dile getirdi. Evi basanlar, onun geçmişini öğrendikten sonra ya da evi hedef almadan önce bunu bildiklerinden, malını teslim etmeyi reddetmesinin sadece bir bahane olduğunu öğrendikten sonra onu vurmuşlardı.
Diğerleri ise HDK’nin genişlemeye devam ettiği bir dönemde bu tür saldırıları halk seferberliği ve silahlı direnişin gerekçesi olarak görüyor.
Hatta insanlar yaygın ihlallerin varlığı konusunda hemfikir olsa da, silahlı halk direnişi konusunda fikir ayrılıkları yaşıyor. Karşı çıkanların konunun iç savaşa yol açabileceği yönündeki uyarıları da dikkat çekiyor. Ne yazık ki Sudan'da yaşananlar aslında ‘devlet içindeki iki veya daha fazla grup arasındaki silahlı çatışma’ olarak tanımlanan iç savaş kavramıyla da örtüşüyor. Güdüler ve nedenler, devleti, yönetimi veya kaynakları kontrol etmeye çalışmaktan farklılık gösteriyor. Bölgesel, kabilesel, etnik veya mezhepsel nedenler örtüşebilir veya örtüşmeyebilir. Tanım sorununun ötesine geçsek bile, direniş için halk seferberliği fikrine karşı çıkanlar, ordunun mevcut yetenekleriyle artık her alanda koruma sağlamayı başaramayacağını fark ederken, bu koşullar altında insanlara kendilerini nasıl koruyacaklarını anlatmıyorlar.
Gerçek şu ki, dokuz ay süren savaşın ardından insanlar silahlanmak zorunda kalıyor. Hartum'da, Darfur'da ve son olarak El Cezire’de yaşananları gördükten sonra insanların asıl kaygıları kendilerini, mallarını ve onurlarını savunmak oluyor. Savaşın evlerini, yurtlarını terk edip başka eyaletlere sığınanların peşlerinde olduğunu gördükten sonra pek çok kişi “İnsanlar ne kadar süre ve nereye kaçmaya devam edecek?” diye sormaya başladı.
Özellikle HDK’nin El Cezire eyaletinde ordu garnizonlarının veya askeri birliklerin bulunmadığı şehir ve köylere saldırmaya devam ettiği bir dönemde, silahlanmamak sivillerin güvenliğini garanti etmiyor. Silahlı kişiler, HDK liderlerinin kendi saflarındaki ‘haydut’ üyelerden hesap soracakları yönündeki sözlerine rağmen vatandaşların mallarını yağmalıyor ve arabalarını çalıyor.
Buradaki ironi, HDK’nin bizzat saldırılara katılması ve ülkeyi bir iç savaşa sürüklediği gerekçesiyle halk direnişini harekete geçirmeyi reddetmesidir. Ancak eğer onlar (yani HDK) insanları silaha sarılmaya zorlamak yerine gerçekten güven vermek isteselerdi yayılmalarını durdurabilir, müzakerelere ve ateşkes çabalarına yer açabilirlerdi. Ordu aylardır saldırmıyor, savunma yapıyor. Saldıran ve genişleyen taraf ise HDK.
Elbette aklı başında hiç kimse devletin kontrolü dışında bir silah görmek istemez. Ama ne yazık ki silahların yayılması, silahlı hareketlerin çoğalması aşamasını geçtik. Sudan'ın tamamı tehlikede ve silahların insafına kalmış durumda. Bu durum göz önüne alındığında, kendini ve ülkeyi savunmak, her türlü düşüncenin önüne geçen meşru bir hak haline geliyor.
Tehlike ortadan kaldırılırsa ve savaş durursa, direniş için halk seferberliğine artık gerek kalmayacak. Ancak o zamana kadar halk direnişi caydırıcı bir faktör haline gelebilir. Sahada şu anda yaşanan savaşın yayılmasını engelleyen ve devam etmesi halinde daha da büyüyecek bir denge unsuru var. Müzakere yoluyla çözüm zor olmakla kalmayacak, aynı zamanda ülkeyi nereye götüreceğini kimsenin bilmediği bir felaket olacaktır.