İstanbul’da 30 Ocak 2022’de vefat eden ünlü düşünür ve yazar Cevdet Said, Allah’ın birliğine inancın temelinin tağut’a kölelikten kurtulmak olduğunu söyler. Bu düşüncesini şu şekilde inşa eder: Sağlam bir inanç, kimden gelirse gelsin Allah’ın emrine aykırı bir emre itaat etmeye müsaade etmez. Allah Rasulü’ne indirilen ilk surede; “Gördün mü, bir kulu namaz kılarken engelleyen o adamı?... Sakın onun isteğine uyma! Secdeye kapan ve Allah’a yakınlaş.”[1] buyurulması haksız bir emre itaat etmemeyi öğretmektedir. Bilâl-i Habeşî köle olduğu için bir sahibi olduğunu biliyordu ancak ilahî mesajla tanışınca itaat edilmeye layık başka bir sahibinin olduğunu öğrendi. Sonrasında sadece ilahî emirle çelişmeyen emirlere itaat etti. Buna tahammül etmeyen Ümeyye b. Halef öğle vakitlerinde onu kızgın güneş altında sırt üstü yatırır, büyük bir kaya parçasını göğsü üzerine koydurur, sonra da İslâmiyet’ten vazgeçerek Lât ve Uzzâ’ya tapmaya zorlardı. Fakat o her defasında, “Rabbim Allah’tır; O birdir” diyerek bu dayanılmaz işkenceye imanıyla göğüs gererdi. Yine Firavun’un sihirbazları apaçık hakikati gördüklerinde imana geldiler, bu sihirbazlar, imanın lezzetini tattıktan sonra âhiret mutluluğunun hiçbir ödülle değişilemeyeceğini idrak edip imanlarını açıkça ifade etme cesaretini gösterdiler. Dahası çok ağır ceza ve işkencelerle tehdit edilmesine rağmen dünyevî sahiplerine meydan okuyarak; “Öyle ise yapacağını yap!; ama sen ancak bu dünya hayatında hükmünü geçirebilirsin.”[2] dediler.
Cevdet Said, silahlı mücadele, devrim ve terör eylemleri gibi şiddeti benimseyen yöntemlere karşıt bir duruş sergiler. Şiddete başvurmanın erdemi öldüreceğini, tüm dünyada bilginin, adaletin, erdemin, ahlakın ve af kültürünün yerleştirilmesi gerektiğini savunur. İslam davetçilerinin en önemli görevinin, karşı tarafa, kendisini suçlayacak imkân vermemesi olduğunu düşünür. O suçlanacaksa, sadece davet ettiği düşüncelerinden dolayı suçlanmalıdır.
Davetçi düşüncelerinde sebat gösterir, kararlı bir duruş sergiler ve düşüncelerini net bir şekilde ortaya koyabilirse onun düşüncelerine katılanlar bilinçli bir şekilde katılmış, katılmayanlarsa bilinçli bir şekilde reddetmiş olacaklardır. Hz. Musa ile Firavun arasındaki tartışma devam ederken, Firavun’un yakınlarından mümin bir kişi tartışmaya katılır. Hz. Musa’nın vermeye çalıştığı mesajın doğru olup olamadığını mantıklı bir yöntemle ortaya koymaya gayret eder: “Rabbim Allah’tır diyen bir adamı mı öldüreceksiniz? Oysa size Rabbinizden belgelerle gelmiştir. Eğer yalancıysa, yalanı kendisinedir; eğer doğru sözlü ise; sizi tehdit ettiklerinin bir kısmı başınıza gelebilir.” Doğrusu Allah aşırı yalancıyı doğru yola eriştirmez.”[3] Cevdet Said’e göre Hz. Musa’nın suçu sadece “Rabbim Allah’tır” demekten başka bir şey olsaydı, yani şiddete başvursaydı, o mümin zat, zalim Firavunun karşısında Hz. Musa’yı savunamazdı. Ayrıca, Firavunun beni bırakın da Musa’yı öldüreyim demesi, çevresinin onayını almak istemesi, Musa’dan korktuğundan dolayı değil, getirdiği mesajın öldürülmesini gerektirmeyecek bir suç oluşturmasıydı.
Cevdet Said, İslam’a davet metodu olarak nebiler gibi ikna metoduna dayalı olarak belgelerin, mesajların ve tavırların açıkça ortaya konulması gerektiğini düşünmektedir. Böyle bir durumda bazıları verilen mesajı inkâr etmek isteyecek, sözlü veya fiili olarak müdahale etmeye çalışacaklardır. Bu tür bir durumda onlara; “Bizim doğru yolda olduğumuzdan hiçbir şüphemiz yok. Siz varın bize sıkıntı verin, ama biz bunlara katlanacağız.” diyebilmeliyiz. Onlar bizlere; “Ya bizim hayat tarzımıza dönersiniz ya da sizi memleketimizden sürgün edeceğiz!” dedikleri zaman, bizler elimizden gelen gayreti gösterebilmişsek Allah’ın yardımı gelecek, “Zalimleri mutlaka helak edeceğiz!” fermanı elbette ulaşacaktır.[4]
Cevdet Said’in bu görüşlerine şöyle bir itiraz gelebilir: Karşı tarafın güç kullanması durumunda ne yapılacak? Said buna şöyle cevap verir: İlk Müslümanlar; İslam toplumu oluşuncaya kadar, kaba güce dayalı hiçbir bir yönteme başvurmamışlardır. İslam şeriatına uyacak bir toplum oluşturduktan sonra, kendileriyle savaşanlarla savaşmışlardır. Bu toplum oluşuncaya kadar, Müslümanların yapacakları sadece tebliğde bulunmaktır. Toplum şeriata teslim olduktan sonra da, uygulama gelişigüzel olmayacaktır. Bütün cezaları, savaşları ve güce dayalı uygulamaları kişiler değil devlet yöneticileri uygulayacaktır. Kişiler kendi düşüncelerine göre hükümler veremeyecek, kadılık rolüne bürünemeyeceklerdir. Zira kişi veya hareketler eline silah aldığı andan itibaren meşru zeminlerini kaybederler. Nitekim “Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Şüphesiz, doğruluk (rüşd) sapıklıktan (gayy) apaçık ayrılmıştır.”[5] Bu sebeple silahla, darbeyle ve güç kullanarak elde edilen şeyler rüşd vasfını baştan kaybetmiştir.[6]
Sonuç olarak Cevdet Said’e göre sahte otoriteler karşısında kararlı duruş sergilemek, tebliğde net olmak, ikna ve merhamet odaklı bir yürüyüş sergilemek uzun vadede muvaffakiyetler getirir. Şiddeti merkeze alan mücadelenin sonu ise hüsrandır.
[1] Alak 96/9,10,19.
[2] Tâhâ 20/72. Bk. Cevdet Said, Düşüncede Yenilenme, İstanbul: Pınar Yay, 2016, 35-37.
[3] Mümin: 40/28.
[4] Cevdet Said, Makaleler, İstanbul: Pınar Yay. 2006.
[5] Bakara 2/256.
[6] Cevdet Said, Âdem Oğlunun İlk Mezhebi, İstanbul: Pınar Yay, 2013. 46; Said, Düşüncede Yenilenme, 144.