Nisan 2008'de bir gün, kardeş bir Arap ülkesinden, aynı ayın 27'sinde beni bu ülkeyi ziyaret etmeye davet eden bir telefon aldım. O dönemde el-Ahram Siyasi ve Stratejik Araştırmalar Merkezi'nin yöneticisiydim ve seminerlere, kültürel festivallere veya konferans vermeye davet edilmem şaşırtıcı değildi. Tanınmış Şarkul Avsat gazetesinde düzenli olarak yazmaya başlayalı da dört yıl olmuştu ve bu, araştırmalarımda ve entelektüel alanda ilgilerimden biri haline gelen Körfez bölgesi ile aramda bir köprü oluşturmuştu. Bu bölgeye ilgim, Kuveyt’i Irak işgalinden kurtarma savaşı ve silahlar, diplomasi ve kısacası siyaset ile dolu sonraki olaylar sırasında, 1990'dan 1993'e kadar Katar Devleti’nin Emirlik Divanı'nda siyasi danışman olarak çalıştığım dönemde başlamıştı. Telefondaki kişi bu sefer Filistinli bir arkadaştı ve kardeş ülkedeki kardeşlerimizin beni "ulusal kimliği" pekiştirmek ile ilgili önemli bir araştırma görevi için davet ettiklerini söylüyordu. Siyaset bilimi literatüründe ulus- devlet modernliğinin konularından biri olan “kimlik”, Fransızların neden Fransız, Almanların neden Alman vb. olduğunu, bunun başka bir ülkede muhtemelen bulunmayan belirli özellikleri olup olmadığını bilmemiz için analiz edilebilecek bir konudur. Kimliğin ne icat edilmiş ne de yaratılmış bir “genetik” yanı, yani günümüz diliyle DNA'sı vardır. Gitmem gereken yere zamanında vardım. Üstlenmem istenen görev çok ciddiydi ve ben de 1 ay süre istedim. Bu süre içinde merkezdeki arkadaşlar ile düşündük ve 40 araştırmacı ve siyaset ve sosyal bilimler, antropoloji, ekonomi ve tarih alanında uzman kişilerin yürüttüğü bir araştırma planı sunduk. Kahire ile kardeş ülke arasında devam eden 1 yıllık çalışmaların ardından araştırma tamamlanıp teslim edildi. Bundan sonra yapmamız gereken söz konusu araştırmada sunulan 222 tavsiyenin nasıl hayata geçirildiğini görmek için ülkenin önemli sahnelerini incelemekti ve gördüklerimiz muhteşemdi.
Başarılı bir araştırma deneyimiyle ilgili tüm bu karmaşık hikayeyi anlatmanın nedeni nedir? Anlatmamızın nedeni; iç savaş halinde veya eşiğinde yaşayan ya da bir savaş, bir sükunet hali yaşayan ama korkunç bir savaş korkusunun gölgesinde kalan Suriye, Yemen, Sudan, Filistin, Lübnan ve bir dereceye kadar Irak gibi birçok Arap ülkesinin durumudur. Bu ülkelerde meydana gelen silahlı çatışmalar veya meydana gelme tehdidi, karmaşık bir dizi unsurun sonucudur; ancak bunların en önemlisi, ulusal bağların ve bir halkın bileşenleri arasındaki ortak kimliğin zayıflığıdır. Mesela Sudan siyasi sahnesinde, başkent dahil ülke genelinde şiddetli silahlı çatışmaların yaşandığı mevcut tablo kabul edilemez. Ülke genelinde bir Sudanlı, başka bir Sudanlıyı, onu ortak bir “kimliğe” ait bir kardeş olarak sayılamayacak bir düşman olarak görerek öldürüyor. Bu, diğer tüm vakalar için de geçerli ama Sudan vakası, güncel doğası nedeniyle, uluslararası ve bölgesel taraflar aracılığıyla yürütülen müzakere süreçlerinde sergilenen basitliğin bir örneği olabilir. Söz konusu müzakereler kapsamında iki taraf çeşitli başkentlerde buluşup ateşkes üzerinde anlaşıyorlar ve saatler sonra çatışma yeniden başlıyor, askerler ve siviller bu bölünme vahasında yine hayatlarını kaybediyorlar. Sorunun çatışmayı hobi edinen ve birbirine üstünlük sağlamaya çalışan etnik veya mezhepsel bölünmelerden kaynaklanabileceği doğru, ancak bu, tarihsel olarak İngilizler ile İskoç, Galler ve İrlanda halkları arasındaki savaşların yaşandığı başka çağlarda mümkündü. Bu savaşlar, kimliği İngiliz Krallığı ile bağlantılı olan Birleşik Krallık'ın kuruluşunun taşlarını döşemişti ve 20. yüzyıldaki iki dünya savaşında bu halkların hepsi onun bayrağı altında savaşmıştı. 19. yüzyılda Kuzey ile Güney arasındaki Amerikan İç Savaşı, mezhepçiliğin veya etnik kökenin bir yansıması değildi; daha ziyade, insanın hakikatini ve temel haklarını vurgulayan Amerikan “Bağımsızlık Bildirgesi” ile köleliğe, siyahlardan kadın ve Yahudilere kadar aşağı ırkların boyun eğdirilmesine izin veren Amerikan Anayasası arasındaki çelişki problemini çözmekti. Sonunda savaş ülkenin bölünmesine yol açmadı ve zamanla süper güç haline gelecek, kıtasal yapıya sahip bir ülkeyle baş edebilecek ortak bir endüstriyel ve teknolojik projeye dayanan yeni bir Amerikan “kimliği” oluştuğu için birlik kazandı.
“Kimlik” devletin temel bir bileşenidir ve teması, bir grup insanın aralarında onları çevreleyen diğer tüm topluluklardan farklı bir ortak semboller, mitler, kültür ve çıkarlar bulması üzerine kuruludur. Bu kimlik, bireylerin canları pahasına da olsa sınırları savunma, bayrağı dalgalandırmak ve ortak kalkınmayı gerçekleştirmek için vergi ödeme istekliliğini usulen düzenler. Ulus-devlette ortak olanı çeşitli araçlarla destekleyen ve onu yukarıya doğru iten, Lübnan'daki Hizbullah gibi bir grubun devletin ihtiyaç duyduğu tüm kararları engelleyen bir grup olmasını kesinlikle kabul etmeyen bir siyaset vardır. Taşıdığı tüm gurur ve onur ile “devlet kimliği”, milli kaynaklar ile ilgili anlaşmalara imza atma süreçlerini tüm “vatandaşları” ilgilendiren bir konu haline getirir. Her durumda, “silah” ve kullanımı yalnızca siyasi iktidarın saf ve meşru tekelindedir. Arap dünyamızda olan şey ise şu; Arap dünyamızın azımsanmayacak bir bölümünde ulusal kimlik, Hartum'da gördüğümüze benzer silahlı çatışmalara, BM raporuna göre Darfur bölgesindeki bir şehirde tek bir çatışmada 15 bin kişinin hayatını kaybetmesine yol açacak kadar zayıflamıştır.
Tek bir ulus-devlette böyle olaylar ancak ortak kimlik zayıf ve milislerin sıklıkla birbiriyle çatışan ayrı ve her biri güç ve silah bakımından milli ordudan üstün gruplar oluşturmasına neden olacak kadar parçalı olduğunda yaşanır. Gerçek şu ki, Arap reform ülkelerinin kimlik konusuna özel önem vermesi ve bunun devam eden reform sürecinin ilk temel taşı haline gelmesi tesadüf değildi. “Kimlik”, kelime dağarcığı ve unsurları itibarıyla her ülkeyi ilgilendiren bir konu olduğundan, kalıpları da özel bir şekilde ele alınmayı hak ediyor.