Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

Savaşın durmasından Batı’nın kınanıp lanetlenmesine…!

ABD merkezli Time dergisi, ABD Dışişleri Bakanı Blinken’ın bölgeye beşinci ziyaretini şu dikkat çekici başlıkla sundu: “Elçi: Dışişleri Bakanı Antony Blinken ve ABD Yönetiminin Sınavı!”

Blinken’ın üçüncü ziyaretinden bu yana hedef artık belli: savaşın durdurulması, Hamas’ın Gazze’de alıkoyduğu İsrailli rehinelerin serbest bırakılması ve iki devletli çözüm sürecine girilmesi. Ayrıca Gazze Şeridi’nde her türlü yardımın artırılması, Filistinlilerin tehcir edilmemesi ve yeniden imarın düşünülmesi gibi detaylar da var. Bunlar, korkunç savaşın başlamasının ikinci haftasında Riyad’da düzenlenen Arap-İslam Zirvesi’nin ortaya koyduğu taleplerin aynısı. Time dergisi, bu taleplerin gerçekleşmesini ABD yönetimi ve onun Ortadoğu’daki nüfuzu için önemli bir sınav olarak görüyor.

Biden’ın, Blinken’ın ve ABD stratejik aklının omuzlarında Afganistan’da ve Irak’taki iki başarısız savaşın, Ukrayna’da iki yılı aşkın bir süredir devam eden savaşın ve İran’la milisleri yüzünden mevcut çatışmanın Gazze çevresine yayılması tehlikesinin yükü ve sorumluluğu var. Dahası, Netanyahu liderliğindeki sağcı İsrail hükümeti de ateşkes ve iki devletli çözüm başta olmak üzere ABD’nin arzularına ve taleplerine karşı çıkıyor.

ABD yönetimine ve onun Ortadoğu’daki ve dünyadaki rolüne ilişkin sorgulama, sadece bu savaşlardan kaynaklanmıyor ve bunlarla da sınırlı kalmıyor. Mesela Ferid Zekeriya’nın ‘Post Amerikan Dünya’ adlı kitabı, 2004 yılına ait. Bu kitaptan sonra onlarca kitap ve kısa araştırma yayınlandı. Bunların hepsi de ABD’nin rolünün ölüm haberini vermekle kalmayıp, aynı zamanda Batı’nın başarısızlığından veya yenilgisinden de bahseden benzer başlıklar taşıyor. Bunun en son örneği, Emmanuel Todd’un ‘Batı’nın Yenilgisi ya da Çöküşü’ başlıklı kitabıdır. Bu stratejik düşünme eylemlerinde ABD; iki Amerika’yı ve Avrupa’yı temsilen Batı kampının bir simgesidir.

Bilindiği üzere 20’nci yüzyıl, ‘ABD Yüzyılı’ olarak adlandırıldı. Ölüm haberini verenler, 21’inci yüzyılın da ‘Çin Yüzyılı’ olarak adlandırılabileceğini söylüyorlar. Bu adlandırmayı haklı çıkarmak için öne sürülen doğrudan iki mesele var: Çin’in küresel ekonomide artan ve büyüyen rolü ile ABD’nin kendisinin ve kontrol ettiği Batı’nın stratejik çıkarlarını savunmak adına maskeli veya doğrudan savaşlara girmek zorunda kalışı. ABD, bu savaşların neredeyse hepsini kaybediyor, böylece kendi içindeki bölünme artıyor ve Avrupa’daki müttefiklerinin saflarında çatlaklar görülüyor. Herkes, bilinmez veya belirsiz akıbetlere sürüklenmek üzere.

Hatırlayalım: Obama döneminden bu yana ABD daha önce denizde, havada, karada ve ekonomik yönlerde Çin’e ve Doğu Asya’ya doğru stratejik bir dönüşümün duyurusunu yapmış ve Ortadoğu’dan ‘çekilebileceğini’ ya da buradaki rolünü sınırlayabileceğini ilan etmişti. Ancak (DEAŞ’ın ortaya çıkışıyla) dün ve (Gazze savaşı ve İran’ın tacizleriyle) bugün ABD yetkilileri hem istikrarı hem de çıkarları korumak için ABD’nin Ortadoğu’da kalacağını açıkladı.

Yine unutmayalım ki tüm Batı’nın yerine ABD’yi koyan bu karamsar söylem, çok eskidir ve Vietnam Savaşı’na kadar uzanır. Hatta Birinci Dünya Savaşı sonrasına, Oswald Spengler’in ‘Batının Çöküşü’ adlı kitabına ve okları Batı’daki moderniteye, insanın nesneleştirilmesine ve demokrat görünümlü totaliter devlete yönelten eleştirel Frankfurt Okulu’nun ortaya çıkışına ya da çalışmalarının başlamasına kadar uzanır.

1960’lı ve 1970’li yıllarda Vietnam Savaşı ve 1968 öğrenci ayaklanması sırasında, dünyada bir yaşam tarzı haline gelen Batı modernitesini üretmiş Aydınlanma değerlerine yönelik köklü bir eleştiri başladı. O dönemde yeni solcular, sömürgeci söylemi eleştirmeye başladı (Bu eleştirinin simgesi, Edward Said’in ‘Şarkiyatçılık’ (1978) kitabıdır). Bu eleştirel yaklaşım, madun (subaltern) çalışmalarında büyük bir akım haline geldi. Madun çalışmaları artmaya devam ediyor ve Batı’yı ve medeniyetini lanetleme ve kınama, modern devleti ve onun kendisini ve dünyayı tahrip eden küreselleşmesini eleştirme doğrultusunda genişliyor!

Pek çoğu ABD’den gelen ve hızla artan bu literatür, Çin’in rakip ekonomisine ve büyümesine odaklanıyor. Ancak bununla sınırlı kalmayıp, Batı medeniyetinin ve fikirler ile kurumlar düzeyinde ABD’nin öncülük ettiği küresel yaşam biçiminin dayandığı kabulleri de içeriyor.

Ferid Zekeriya, Amerikan Foreign Affairs dergisi için (önceki Ocak-Şubat 2024 sayısı) bir makale kaleme alarak, ABD’den kendi ürettiği dünyadan vazgeçmemesini talep etti! Zekeriya; aksaklıkları, başarısızlıkları ve hataları kabul ediyor, ama ona göre üzerinde düşünülebilecek hazır veya belirli alternatifler de yok. Yani haklı karamsarlığa rağmen ABD sonrası bir dünyadan bahsetmek için henüz erken!

Medeniyetin kendi evlatları veya nesilleri eliyle çöktüğünü düşünenler ise ABD’nin ve tüm Batı’nın taşıdığı ‘mesajın’ geçmişte ve şimdi ne durumda olduğunu sorguluyorlar.

Alman sosyolog Max Weber (1864-1920), siyasetçiye ve bilim adamına iki düşünce ve eylem yolu sundu. Bunlardan biri, taşıdığı mesajın ya da yerine getirmek istediği misyonun yolu (yani inanç veya kanaat ahlakı) ve sorumluluk ya da iş ahlakı. Amerikan yüzyılının sonuna yaklaşırken mesaj, artık açık veya mevcut değil. İş ahlakı veya profesyonellik ise halen hâkim. Mesajın (dağ üzerindeki şehir) yok olması veya etkisinin azalması nedeniyle tüm politikalar, doğrudan çıkarlarla ilgilenen uygulamalar haline geldi. Bu yüzden yüksek maliyetten ötürü tereddüt etseler de Amerikalılar, nefsi müdafaa bahanesi altında her yerde çatışmalara dahil oluyorlar. Şu an Iraklı milisler ve Husilerle olan çatışmalarında da bunu söylüyorlar.

CIA Direktörü William Burns, aynı mantıkla, yani tekniklerin ve uygulamaların mantığıyla ilerleyerek, Foreign Affairs dergisinin geçtiğimiz günlerde yayınlanan sayısı için ‘Casusluk Sanatı ve Rekabet Çağında Devletin Sanatı veya Politikaları’ başlıklı bir makale yazdı.

Papa Francis ve Ezher Şeyhi Ahmed et-Tayyib tarafından İnsani Kardeşlik Belgesi’nin imzalanmasının beşinci yıldönümünü kutlamak için Abu Dabi’de düzenlenen bir konferansa katılacaktım. Avusturyalı bir diplomat, ilgimi garipsedi ve şöyle dedi: Papa’nın komşuluk, misafirperverlik ve göçmenleri hoş karşılama konusundaki mesajları ilginç. Tüm dünyanın felaketlerini kucaklamak için daha uygun bir fırsat bulamadı. Ta ki Avrupa kitlesel göçün yoğun baskısından ötürü neredeyse Üçüncü Dünya ülkesi haline geldi, ancak o zaman fırsat buldu.” Şu an Rusya da sanki İkinci Dünya Savaşı’nda Yalta’da yapılan taksimi yenilemek istiyormuş gibi bize doğru geliyor!

Güncel olaylar, Batı’nın ve onun medeniyetinin ve dünya sisteminin parçalanmasından mı kaynaklanıyor? Yoksa sadece cephelerin çokluğundan ve öncelikler konusundaki anlaşmazlıklardan kaynaklanan geçici sorunların bir sonucu mu? Her iki ihtimal de tehlikeli.

Bozulma kapsamlıysa bu, Avrupa’nın çöküşü demek. Yok, bozulma kısmi ise bu da Ortadoğu’daki kargaşanın ve kıyımların devam etmesi demek!