İyad Ebu Şakra
Siyasi analist, tarih araştırmacısı
TT

İngiltere: Müslümanlar ve Araplar için zor siyasi günler

İçinde bulunduğumuz günler İngiltere’de ılımlılar, açık fikirliler, iyi niyetliler, anlayış ve diyalog savunucuları için mutlu zamanlar değil. Bu, egemenliğine, kimliğine, özelliklerine ve siyasi geleneklerine saygı duydukları müddetçe duygu ve düşüncelerine saygı duyduğuna zaman içinde inandıkları bir ortama entegre olmaya çalışan Müslümanlar ve Araplar için gerçekten kötü bir durum.

Bir ülkede yaşamak, özellikle de göçmen kendi özgür iradesiyle bu ülkeyi seçmişse kaçınılmaz olarak ait olmayı seçtiği çevreye saygı duymasını gerektirir. Mülteci, memleketindeki koşullar onu zorladığında kendisini kucaklayan çevrenin güzelliğini korumalıdır yoksa o vatanı da kaybeder.

Burada İngiltere’yi çekici kılan ve hepsi de doğru ve haklı olan faktörleri sıralayarak sözü uzatmaya gerek yok. Sadece İngiltere'nin siyasi yaşamının, en azından 20. yüzyılın başından bu yana, diğer Avrupa ülkelerindeki muadillerine göre daha sorunsuz, daha güvenli ve daha hoşgörülü olduğunu söylememiz yeterli.

Dahası radikal yabancı karşıtı hareketler, bu hareketlerin Almanya, İtalya ve Fransa gibi diğer ülkelerdeki başarısının aksine, İngiltere’de büyük ölçüde marjinal hareketler olarak kaldılar. Buna ek olarak, ülkedeki “kurumlar” ruhunun, İspanya, Portekiz ve bir süreliğine Yunanistan’daki gibi diktatörlük rejimlerinin ortaya çıkmasını engellediği gerçeği de var.

Öte yandan, deneyimlerin de gösterdiği gibi, iktidar devir-teslimi, ana akım partiler içinde öncelikler birliğinin varlığını garanti etmiyor. Gerçekten de, iki büyük parti olan Muhafazakar Parti ile İşçi Partisi, gerek ekonomik politikalar gerekse hükümet müdahalesinin düzeyi ve “sosyal güvenlik devleti” açısından farklı önceliklere sahip birçok kanadı bünyelerinde barındırdılar. Ayrıca, dış politika düzeyinde “sıcak” küresel çatışmalardan göç ve iltica sorunlarına kadar - büyüyen ve azalan, görülen ve kaybolan – anlaşmazlıklar da vardı ve hâlâ da var.

Geçtiğimiz hafta İngiltere iki önemli ara seçime tanık oldu. Gelin İngiltere’deki genel siyaset sahnesine bunların sonuçlarına göre bakalım.

Başta Avrupa ile bütünleşme akımı olmak üzere ılımlı hareketlerin neredeyse tamamen ortadan kaldırılmasının ardından, bugün iktidardaki Muhafazakar Parti’ye, aşırı sağcı (Thatchercı) akım liderlik ediyor. Ancak artık aşırı sağ liderliğin bile, Avrupa Birliği'nden ayrılmaya yönelik baskılara öncülük eden önemli bir aşırı sağcı ve izolasyoncu kesimi tatmin etmemeye başladığı doğrulandı. Bu nedenle söz konusu kesim “Reform” (eski adıyla tecrit) Partisi’ni kurmaya ve sağcı siyasi sokakta Muhafazakar Parti ile rekabet etmeye karar verdi.

Reformistler bir hafta içinde varlıklarını gösterdiler ve iki ara seçimde yüzde 10'dan fazla oy alarak, daha önce Muhafazakarlar için garantili olan iki sandalyeyi kazandılar.  Bu sonuç, gerekçeleri ne olursa olsun, iktidar partisinin liderliği açısından kuşkusuz çok kötü. Çünkü öncelikle partinin 2019'dan bu yana 3 lider ve başbakan değiştirmesinin ardından liderliğe duyulan güveni zayıflatıyor. İkincisi, açık seçimlerde sağın oylarını kabul edilebilir alternatiflerin aleyhine olacak şekilde iki rakip parti arasında bölüştürüyor.

Daha da kötüsü, ivme artık Muhafazakarların lehine değil; konumlarının kritikliğinin bir göstergesi olarak, yalnızca mevcut parlamento dönemi içinde şu ana kadar 10 ara seçim kaybetmiş durumdalar. Bu, herhangi bir İngiliz hükümetinin son 50 yıldaki en kötü rekoru.

Öte yandan İşçi Partisi tarafında, dün Sir Keir Starmer liderliğindeki İşçi Partisi iki büyük ve tartışılmaz zafer elde etti. Tek başına rakamlar, genel seçim atmosferi için geçerli olmayabileceğinden ve oy vermekten kaçınanların veya Muhafazakarlara “taktik olarak oy vermek” istemeyenlerin yüzdesini teyit edemeyeceğinden, bu iki zafer, tam bir tablo sunmasalar da önemliler.

İşçilerin bu çifte zaferi, parti için "pragmatik" akım ile "sol" akım arasındaki ciddi bölünmelerin yeniden ortaya çıktığı iki fırtınalı haftanın ardından geldi. Bu bölünmenin iki ana nedeni şunlardı; Starmer’ın, ekonomik politika taahhütlerinden geri adım atması ve bunun “sol”u kızdırması. İkincisi, Starmer’ın İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki “zorla göç ettirme savaşına” neredeyse tam destek vermesi. Bu tutum, milletvekili, yerel konsey üyesi ve tabii ki seçmen olsun Müslümanların ve Arapların büyük bir kısmını kendisine karşı harekete geçirdi.

Yazıya başlarken Müslümanlar ve Araplar için kötü olacağını söylediğim dönemin, hem sağ hem de sol cephede kötü olmasını bekliyorum.

Sağda onları kötü bir dönemin beklemesinin nedeni, Muhafazakar Parti içinde ılımlılık marjının gittikçe ortadan kalkması. Dolayısıyla Muhafazakar Müslüman ve Arap seçmenin önündeki tek seçenek şu; Reform Partisini desteklemek ya da reformistler tehlikesini savuşturmak için Muhafazakar Parti’nin kendi içinde, göçmenlere ve yabancılara karşı daha izolasyoncu ve düşman olacak bir akımı desteklemek.

Sola gelince, İşçi Partisi liderliğinin İsrail seçeneğini mutlak biçimde benimsemesi, Müslüman ve Arap parti seçmenlerine daha büyük bir baskı tehdidini taşıyor. Nitekim, parti liderliği, itiraz seslerini bastırmak için “Yahudi karşıtlığı” ve “terörü teşvik etme” suçlamalarını kullanmakta ve solcu politikacıları (Müslüman ya da Arap olmayanlar dahil) parti listelerinden aday göstermemekle tehdit etmekte çok ileri gitti. Dolayısıyla aynı liderlik, ara seçimlerdeki zaferini mevcut politikalarının “tanınması” ve Müslüman ile Arap oylarının hiçbir değerinin olmadığı şeklinde görecektir.

Böylece, yeni ırkçılığın saldırısına karşı koyabilecek sol güçlerin ortadan kaldırılmasına ek olarak, ülkedeki en büyük dini azınlığın herhangi bir oy ağırlığı da kalmayacak.