Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

Kahire'de üç gün

El-Babtain Kültür Vakfı geçen hafta Kahire'de "Adil Barış Kültürü" başlıklı bir sempozyum düzenledi. Sempozyum, barış diyaloğunu yaymak amacıyla Vakfın Arap ve uluslararası düzeyde ev sahipliği yaptığı bir dizi toplantının üçüncüsü ve zengin bir kültürel ve sosyal faaliyetin ardından aylar önce aramızdan ayrılan, hayatı boyunca kültürü yaymak için çok çalışan kurucusu merhum Abdulaziz el-Babtain'i anma fırsatıydı. Diğer projelerin yanı sıra, Vakfın Kuveyt'te ve yurt dışında tanınmasını sağlayan seçkin bir dizi kültürel çabalarından biri de Müslüman Doğu Asya ülkelerinin evlatlarına eğitim vermek amacı ile İngiltere’nin Oxford Üniversitesi'nde kurulan Arapça dili kürsüsüydü.

Merhumun sevenleri, onun erdemlerini, kültürel çalışmaları destekleme ve çeşitli eğitim merkezlerinde binlerce öğrenci ile ilgilenme konusundaki cömertliğini övmede birleştiler. Kurumun ölümünden sonra da hizmet vermeye devam etmesi, onun hayırsever yoluna katkıda bulunan aydınlatıcı çabalar ile Arap kültürünü desteklemeye yönelik büyük çalışmanın devam ettiği anlamına geliyor.

Bu nedenle toplantı, Kahire sempozyumuna katılan seçkin katılımcıların tartışması için çeşitli belgelerin sunumunu da içeriyordu. Oturumların başlıkları şunlardı: Barış ve siyasi kalkınma, barış ve kurumsal kalkınmanın yanı sıra sosyal, ekonomik ve kültürel kalkınma. Tüm bu zengin belgeler, Vakfın yakında yayınlayacağı bir kitapta ve internet sitesinde kamuoyunun bilgisine sunulacak.

Toplantıya neredeyse beş kıtanın tamamını kapsayan, farklı ülkelerden ilgili kişi ve uzmanlardan oluşan gruplar katıldı. Bu nedenle deneyimler çeşitliydi ve tartışmaları zenginleştiren, İslam ümmetinin kaygıları ve geleceğiyle ilgili öneriler sunan bilimsel sonuçları dikkat çekiciydi.

Kendi kendini finanse eden bir sivil toplum kuruluşu tarafından düzenlenen böyle bir toplantı, Arap dünyasında az görülen bir görüntü ve bu, toplantının arkasında hiçbir gizli veya özel ajanda olmadığı anlamına geliyor. Aksine amaç hakikate ve bilime hizmet etmek veya en azından Arapların karşı karşıya olduğu sorunlara çözüm aramaya çalışmaktı. Zengin Arapların faydalı bir kültürel katkı sağlayan bu tür projeleri benimsemeleri gerektiğini söylemeye gerek yok.

Kahire, bu hassas dönemde böyle bir sempozyumu düzenlemek için en doğru yerdi. Gazze'de sınırlarına yakın bir yerde yürütülen şiddetli bir savaş ile karşı karşıya iken, önemli konularda açık bir diyalog toplantısına ev sahipliği yaptı. Savaş nedeniyle Filistin konusu katılımcıların tartışmalarında geniş yer kapladı. Tartışmalar bir yandan Filistin meselesinin haklılığına, diğer yandan parçalanma nedeniyle uluslararası alanda etkili olma gücünün büyük bir kısmını kaybeden Filistin evindeki gediği kapatmanın, ayrıca önceliği Filistinlilerin haklarını güvenli bir limana ulaştırmak olmayan bölgesel projelerle bağını koparmanın önemi üzerinde yoğunlaştı. Uluslararası toplum adı verilen tarafın bu konudaki tartışmalı tutumuna gelince, on binlerce Filistinlinin acıları pek umurunda değil. Burada şu soru öne çıkıyor; bu, Arap-Filistin tarafının kamuoyuna hitap etme konusundaki iletişim sürecinde var olan bir eksiklik midir? Batı, çıkarcı nedenlerden ötürü, Batı toplumlarının zihnine yerleşmiş olan tarihsel anlatı tarafından esir alınmış. Bu tarihsel anlatının adı “Yahudi karşıtlığı” ve Siyonist makine, anti-semitizmi İsrail’le ilişkilendirmeyi başardı. Bu, düşünenler için tamamen yapay olan ancak Batılı vatandaşların vicdanında derinden kök salmış bir ilişkilendirme. Ayrıca, 10 Kasım 1977'de kabul edilen ve “Siyonizmin ırkçı bir hareket olduğunu” beyan eden 3379 sayılı Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Kararı, daha sonra 1991 yılında Filistin devletinin belirsiz bir şekilde kurulmasının ardından etrafından dolanılarak yürürlükten kaldırılmıştı. Bu, bazılarının öngörüsüzce düştüğü diplomatik bir tuzaktı.

Bunlar hafife alınamayacak ve duygusal bir tutum ile cevaplanamayacak, anti-semitizm mitini ortadan kaldırmak ve onun otomatik olarak İsrail’le ilişkilendirilmesini engellemek için derinlemesine çalışmayı ve pratik adımlar atmayı gerektiren konular. Zira anti-semitizmin İsrail ile ilişkilendirilmesi, İsrail'e Filistinlileri katletmesi için açık çek verilmesi ile sonuçlandı ki bu, bugün karşı karşıya olduğumuz, korkunç ve iğrenç bir şey.

Bu acımasız savaş Kahire'yi siyasi, ekonomik ve hatta fikri açıdan meşgul ediyor; zira Mısır Filistin davasına en yakın ülkeydi. Tarihi Filistin ile sınırları var ve Kızıldeniz korsanlarının faaliyetleri nedeniyle zarara uğrayan Doğu ile Batı’yı birbirine bağlayan bir deniz arterine (Süveyş Kanalı) sahip. Mısır devleti, gösterdiği tüm çabalara rağmen, bir yandan hâlâ bu çabalarına yönelik inkarlar, diğer yandan da temel siyasi, ekonomik ve tarihi rolünü şüphe ile karşılayan aşırı tutumlar ile yüzleşiyor. Bu toplantı, Mısır'ın rolünü sarsmak isteyenlerin bazı iddialarını düzeltmek için bir fırsattı. Ne yazık ki Arap kamuoyunun bir kesimi modern sosyal medya tarafından esir alınmış bir halde. İnsanlar da özellikle bilgi eksikliği ya da ön yargı nedeniyle canları istediğinde genellikle inanmak istediklerine inanırlar. Hatta büyük Ortadoğu sahasında tanık olduğumuz şiddetli siyasi, ekonomik ve kültürel çatışma alanında bu bilgilerin tahrif edilmesi bile söz konusu.

Bugün toplumlarımızın karşı karşıya olduğu ikilem; hangisinin halk üzerinde daha fazla etkisinin olduğudur. Mantıksal gerçeklerle desteklenen rasyonel konuşmalar mı, yoksa bazı insanların hızlı sosyal medyada kanıt olmadan veya gerçeğe dayanmadan sarf ettiği ve duygulara dayanan birkaç kelime mi? Bu, pek çok toplumun karşı karşıya olduğu bir ikilem ve bu toplumlardan bazıları yanlış bilgi akışıyla yüzleşmek için cezalandırma sistemine başvurdular, ancak bu yöntem kısıtlı bir coğrafi kapsamla sınırlı kalıyor. Oysa sınırların dışında ve yerel yasalara tabi olmayan bazı kişiler de bu araçları müdahale amacıyla kullanıyorlar. Bazı toplumlar ise "bilgilendirme ile koruma" süreci yürütmeyi düşünüyor ve belki de mantığa en yakın olanı da budur, yani halkın geneline yönelik bir eğitim programı benimsemek, onu nesnel gerçeklerle donatmak ve ona sağlam mantıksal düşünce yollarını açmaktır. Zira pek çok sahte bilgi alıcıya ilk bakışta ikna edici görünen bir dizenin kıvrımları arasında sunuluyor ve içinde pek çok aldatmaca taşıyor.

Sempozyum, bazıları yıllardır Kahire’yi ziyaret etmeyen ve ondan uzak kalan birçok kişi için canlı ve sempozyumları hâlâ kültürel, ekonomik ve sosyal canlılıkla dolu bu Arap başkentinde yürütülen kalkınma çabalarına dokunma fırsatıydı. Ayrıca uzaktan sürdürülen ve yakınlaşma ile yenilenen dostluklar için de bir araya gelme fırsatıydı.

“Babtain Kalkınma ve Barış Forumu” hedeflerine ulaştı, bir yandan kurucusunun diyalog ve yakınlaşma düşüncesini benimseyen özel bir ulusal kurum, aktif bir katılımda bulundu, diğer yandan bugün Arap aklını ilgilendiren en önemli konulara ışık tutuldu ve bütün bunlar yapıcı bir diyalog ortamında, seçkin akıllardan oluşan bir kesim arasında gerçekleşti.

Son söz; İbn Ataullah el-İskenderi’nin “et-Tenvir fi İskatı’t-tedbir” adıl bir kitabı vardır. Bugün bu kitaba çok ihtiyacımız var.