Hüseyin Şubukşi
TT

Büyük fikirlerin sonu!

İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki çılgın savaşı dördüncü ayına girdi ve savaşın bilançosu 35 bini aştı. Benzeri görülmemiş bu katliamın sona ereceğine dair ufukta en ufak bir umut ışığı bile görünmüyor.

Dünyanın dört bir yanında Batılı şehirlerin ve en önemli başkentlerinin kalbinde, İsrail'in suçlarını kınayan ve derhal ateşkes talep eden kitlesel gösteriler düzenlendi. Aynı talepte bulunan protestolardan, oturma eylemlerinden, üniversite seminerlerinden, konferanslardan, televizyon röportajlarından ve gazete yazılarından bahsetmiyoruz bile.

Genel olarak Batı kanadı ve özelde ABD, ateşkesin şu anda İsrail'in güvenliğinin çıkarına olmadığına inanıyor. Bu cümle, Batı anayasalarında yer alan ve Batı’nın hukukla ve güç kullanarak savunmaya gayret ettiği insan hakları kavramlarının üzerine inşa edildiği tüm değerlerle çatışıyor.

Mazlumlara destek olmak, basın özgürlüğü, muhalif görüşlere saygı duymak, yasaları herkese eşit ve adil bir şekilde uygulamak gibi Batı'nın sloganlarını yükseltmekten gurur duyduğu tüm asil kavramlar, Batı'da devletin üzerine inşa edildiği temellere ve değerlere aykırı olsa bile, her ne şekilde ve ne pahasına olursa olsun İsrail'i savunma kayasına birbiri ardınca çarparak parçalanıp dağıldı.

İsrail hakkında verilmiş BM kararlarının uygulanması ve işgal altındaki topraklardan çekilmesi, tam hak ve ehliyete sahip iki devletin kurulmasının tam ve adil bir şekilde kabul edilmesi fikrinden uzaklaşmak hem mantıksal hem de ahlaki olarak mümkün değil. Aksi takdirde kan döngüleri ve yıkım sahneleri devam edecek.

Amerikan siyasi liderliğinin tarihi arşivlerinde, sağlam duruş ve sarsılmaz bir prensiple tarih yazan pek çok isim ve duruş bulunur. Ancak öyle görünüyor ki dünyanın acı, keder ve çaresizlikle şahit olduğu acı verici ve adaletsiz görüntüler, Batı'daki ahlaki ve adil liderliğin kaynağının kuruduğunu kanıtlıyor.

Artık siyasetin ahlaki bir referansı olması konusunda ısrar eden eski ABD Başkanı Woodrow Wilson gibi bir figür yok. Bu ısrarı Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Milletler Cemiyeti'nin kurulması projesine liderlik etmesini sağlamıştı.

Bugün Batı'da, İkinci Dünya Savaşı sırasında ABD Genelkurmay Başkanı olan George Marshall ile karşılaştırılabilecek ilham verici bir lider figürü yok. Daha sonra dışişleri bakanı görevine getirilen Marshall, İkinci Dünya Savaşı ve etkileri nedeni ile zarar gören Avrupa'nın yeniden inşasına yönelik planı sunan kişiydi ve bu plan daha sonra “Marshall Planı” olarak anıldı. Aynı bağlamda ülkesinin dış politikasını komünizmle mücadele ve insan haklarını koruma ilkesi doğrultusunda yönlendiren eski ABD Başkanı John Kennedy'yi de unutamayız. Kennedy, bugün hala tartışma konusu olan çok gizemli koşullar altında suikasta uğrayıncaya kadar söylediklerini ve vaat ettiklerini yerine getirdi.

Batı'da olup bitenlerde ve İsrail yanlısı pozisyonlarında belki de en tuhaf şey, İsrail anlatısına desteğin ve tam teslimiyetin, tüm ayrıntıları ile olup bitenlerin en güvenilir anlatısı olduğuna dair kabulün boyutunun tamamen ve utanmazca açığa çıkmasıdır. Aslında İsrail anlatısına yönelik bu kabul Gazze'deki son olaylarla değil, 1982'de İsrail'in Lübnan'ı işgali ile haberleri aktarırken Amerikan medyasının İsrail’in anlatısını benimsemesi ile başladı. Üç ana kanalın (o zamanlar başka kanal yoktu) akşam bültenleri sahadaki muhabirleri aracılığıyla olayları aktarırken, ekranda şöyle yazıyordu: “Haberde İsrail askeri güçlerine müracaat edilmiştir.” Daha sonra aynı ifade Filistin'deki birinci intifada olaylarını aktaran haberler de görüldü.

Bunlar, Amerikan medyasının tarafsız izleyicilerinin fark ettiği ilk şokun ya da o zamanki adıyla acı verici uyanma çağrısının başlangıcıydı. Tarafsız izleyici, birkaç yıl önce ünlü “Watergate” skandalında eski ABD Başkanı Richard Nixon'ı deviren ve benzeri görülmemiş bir şekilde onu istifaya zorlayan bu bağımsız devin (medya), yapılan propagandaya göre kendi savunduğu aynı ilkelere inanması, aynı değerlere dayanması gereken bir müttefik ülkeyi eleştiremez hale geldiğini görmüştü.

Büyük yaratıcı fikirlerin ve bunların arkasındaki ilham verici liderlerin yokluğu, genel olarak Batı için endişe kaynağı haline gelen bir konu, çünkü doksanların başında Sovyetler Birliği'ni devirme konusundaki büyük başarısının ardından art arda gelen büyük başarısızlıklarını açıklıyor. Batı büyük bir fikirden ve güçlü bir liderlikten yoksun olsa da Filistin meselesi, ülkelerin kuruluş ilkelerini oradaki umutsuz duruma bir çözüm temeli olacak şekilde hayata geçirebilir.

Sonuç olarak; Amerikan Anayasasının kurucu babaları, kendi yönetim ilkelerinin arzulara göre bölünmesini beklemiyorlardı ve bilhassa İsrail özelinde kurucu babaların rüyası büyük bir kabusa dönüştü.