Hazım Sağıye
TT

Tanımlamadan önermeye Gazze'deki savaş

Burada ele alacağımız konu yeni değil ama Gazze'deki savaş konuyu benzeri görülmemiş bir açıklıkla yeniden gün yüzüne çıkardı. Bahsettiğimiz konu, Arap aydınları çevresinin bir kez daha ve geçmişe göre daha fazla, tanımlamaya çok meyilli ve önermeye çok uzak görünmesidir.

Önerme kültürü ile ne bir teknisyenin ya da “uzman”ın müdahalesi, ne de siyasi otoriteye ve politikacılara tavsiyeler yönelten danışmanların uygulamaları kastediliyor. Kastedilen, özgür fikirler üretip bunları kullanarak mevcut durumdan çıkmak, yani temel olarak ölüm ve yıkımı durdurmak, böylece daha adil ve mağdurların arzuları ile daha uyumlu alternatifleri içeren uygulanabilir bir çözümün kapısını açmaktır. Bu, acil ateşkes talebinin yerini almaz fakat ateşkes noktasında da donup kalmaz. Aksine ateşkese hizmet edecek daha zengin yanıtlar düşünmeye ya da ateşkesin sürmemesi durumunda eyleme geçilmesine olanak tanıyan planlar geliştirmeye veya ateşkesin sağlanması halinde bir sonraki aşamayı ele almaya çalışır.

Her halükârda hâkim Arap siyasi kültürü bu göreve uygun değil ve bunun pek çok nedeni var; hem araştırma hem de medya alanında bağımsız platformların ve web sitelerinin zayıflığı da buna dahil. Bunun da ötesinde, toplumlarımızı karakterize eden ve herhangi bir yapının diğer yapıları etkilemesini engelleyen bağlar, parçalanma ve kopma noktasına gelmiş bir durumda. Bu ise entelektüel ve aydınların kültürünün “anlatma” ve “teorileştirme” kapsamına girdiği, etki ve eylemin ise başka kapalı ve sağır yerden geldiği yönünde ezici bir duygu yaratıyor. Hâkim siyasal kültürü yeterince ayrılmış olmanın yanı sıra, siyasetten arınmış ya da siyasetten uzak kılan da budur. Elbette tüm bunlara ek olarak eleştirileri reddetme ve eleştirenlerin niyetlerini sorgulama konusunda sözlü uzlaşının yarattığı hayal kırıklığı ve baskıcı iklim de var. Mevcut olan ve “Un Katliamı”nın son örneğini teşkil ettiği İsrail’in vahşi saldırılarının kendisini daha da şiddetlendirdiği ve yoğunlaştırdığı duygusal doygunluk koşullarının da önerme fikrini ve kültürünü engellediğini söylersek yeni bir şey eklemiş olmayız. Engelleme nedeni de önerme fikri ile kültürünün kaçınılmaz olarak yalnızca çözümler, uzlaşmalar ve güç dengeleri ile ilgilenebilecek soğuk konuşmalar içermesidir.

Bu büyük tıkanıklıklar karşısında, aydınlar arasında bir tür dünyanın ölümünü duyurma eğilimi hâkim olabilir ve bu, yoğun duyguların ve ağırlığının yanı sıra, kendine hâkim olamama duygusuyla da birleşen anlaşılır bir duyurudur. Aslında dünya bugün gerçekten en kötü potansiyelini sergiliyor olabilir. Ancak bu fani hayattan ayrılmayı beklerken, dünyayı, bu dünyayı içinde yaşadığımız ve kaçınılmaz sonuçlarına katlanmak zorunda kalacağımız tek şey olarak ele almalıyız.

Böylelikle halihazırda önermenin yalnızca bölgesel ve Batılı politikacılara bırakıldığı gerçeğiyle karşı karşıya kalıyoruz. Bunlar ise kültürümüzün ifade ettiği yaralı vicdana göre, ya saldırganlığa katıldıkları için ya taraflı oldukları için ya da yaygın bir suçlamaya göre bu konuda sessiz kaldıkları için önerileri reddedilmeye devam edilecektir. Üstelik “güçlü” oldukları için zayıfların niyetlerine yönelik derin şüphelerinin hedefi olmaya da adaylar.

Dolayısıyla sonuç olarak, önermenin siyasetçilere ait olduğu, Batılı ve İsrailli aydınların da onların akabinde geldiği, tanımlama görevinin ise kültürümüze ve aydınlarımıza bırakıldığı keskin bir iş bölümü ortaya çıkıyor. Ne var ki tanımlama, duygu ve kınamalar içerir; her öneri örtülü olarak bir tanımlama içerse de mevcut güç dengesine uymayan, gerçekliğin ve içindeki güç haritasının kaldıramadığı aşırı çözümleri “önermek” dışında tanımlamanın mutlaka bir öneri içermesi gerekmez. Bu durumda olup biten şu; kültürel ortamda yerici ve eleştirici tanımlamaların gelişerek diğer her şeyi dışlaması. Her ne kadar İsrail kendisine yönelik tanımlamaların çoğunu hak etse de kendisine yönelik tanımlamalardaki niceliksel artışlar, onu anlamakta niteliksel bir değişime dönüşmüyor. Üstelik popüler tanımlama kültürü, Arap yergi sözlüğünün 1948’deki Nakba ile ulaştığı noktaya önemli eklemelerde bulunmuyor. Söz konusu sözlük Nakba ile yapısını tamamladı ve ardından gelen her “söylem” o temel başlangıca dönüşten ibaret kaldı. Yeni olayların bize kazandırdığı kavramlara gelince, kendilerinden önceki kavramlar arasında en büyük atasını keşfetmek hiç de zor olmayacaktır.

Bu tekrarlanan tanımlama diğer şeylerin yanı sıra, söylemin sahip olabileceği tüm etkililiği ortadan kaldırıyor, ayrıca kıvraklığını azaltıyor ve dilbilimcilerin ifadede güzellik olarak kabul ettiği şeyleri tüketiyor. Tanımlayıcı kanatlardan biri, çoğu zaman tanımlamalarında aydın görünme yoluna da gider. Mesela La Pasionaria olarak bilinen Dolores Ibárruri’nin "geçemeyecekler" çığlığını ödünç alır veya Picasso'nun "Guernica" tablosuna imalarda bulunur. Ancak kültürü bu şekilde aydınlatma girişimleriyle ilgili önceki deneyimler, yalnızca sonuçlar hakkında daha fazla karamsarlığa ve tembel hayal gücünü beslemekten ziyade umutsuzluğa yol açar.

Yukarıda bahsedilenlerden daha kötüsü, tanımlamaya ayarlanmanın ve öneride bulunmaktan kaçınmanın, kültürümüzü eski bir geleneğe yeniden bağlamasıdır. O gelenek de dünyaya bir ordu ya da bir orduya alkış, vizyoner bir çağrı veya vizyoner bir çağrının kutlamasıymış gibi ama sorumluluk üstlenmeden, ne kadar küçük olursa olsun, herhangi bir faydalı değişiklik ile katkıda bulunmadan yaklaşmaktır.