Abdulmunim Said
Kahire’de Mısır Gazeteciler İdaresi Meclisi Başkanı ve Kahire Bölgesel Strateji Çalışma Merkezi Yönetim Müdürü
TT

Hem siyasi hem de ekonomik coğrafya!

Amerikan Foreign Affairs dergisinin Mart, Mayıs ve Haziran 2024 sayısında üç önemli yazı yayınlandı. İlki Dalia Dassa Kaye ve Sanam Vakil'in “Ortadoğu'yu yalnızca Ortadoğu kurtarabilir: Amerikan bölgesel düzeni sonrasına giden yol” başlıklı yazısıydı. İkincisi ise Kenneth Pollack'ın "Ortadoğu boşluğu kaldıramaz: ABD'nin çıkışı ve yaklaşan askeri üstünlük rekabeti" başlıklı yazısıydı. Greg Carlstrom tarafından yazılmış üçüncüsü ise "Ortadoğu'daki güç boşluğu: Kimsenin liderlik etmediği bir bölge" başlığını taşıyordu. Tüm bu makalelerin ortak noktası, Ortadoğu'nun yakın zamana kadar ABD'nin (ve müttefiklerinin ama onlar sadece bir detaydı!) merkezde olduğu bölgesel bir sisteme sahip olduğu fakat ABD’nin Afganistan'ı bilinen yöntemle terk ettikten sonra, diğer güçlerin bu konumu ele geçirmek için mücadele etmesini gerektirecek bir liderlik boşluğu yarattığıydı. Bu yazıların çoğunluğu bu güçler arasında Çin ve Rusya’nın olduğuna işaret ediyorlar. Biz onlara İran ve kaosu da ekliyoruz!

Ortadoğu'daki boşluk tabiri bölge için yeni değil; eski ABD dışişleri bakanı John Foster Dulles bunu 1950'lerde dillendirmişti. O dönemde boşluk sömürgeci güçlerin (İngiltere ve Fransa) bölgeden çekilmesiyle ortaya çıkmış, boşluğu doldurma çağrısı da ABD'ye yapılmıştı. Amerikalı bakanın bu açıklamasına yanıt, devletler ve halklar olarak sakinleri olan bir bölgenin boş olmadığını ve birlik olması halinde bir daha Batılı güçlerin hiçbirine ihtiyaç duymayacağını söyleyen dönemin Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır'dan gelmişti. O dönemde yaşananların detayları tarih kitaplarında; Arap milliyetçiliği bayrağı altında bir Arap birliği kurma arayışı içine girildi ve bu kapsamda Mısır ve Suriye birleştiler ama bu birlik başarısız oldu. Bundan sonra Mısır, Suriye, Irak, Yemen ve Libya dahil olmak üzere daha fazla başarısız birlik denemeleri yaşandı. Başarısızlığın artık bildiğimiz nedenleri, kimsenin yenemeyeceği birlik devletlerinin o dönemde henüz “ulus-devlet” gerçekliğini teyit edecek kurumsal, siyasi ve ekonomik yapılarını inşa etmemiş olması, ayrıca boşluğu neyle dolduracaklarını bilmeden boşluğu doldurmaya çalışmalarıydı. İsrail ile çatışma ise Arap dünyasında inşa çabalarını değil, alevleri yaymaya yetecek kışkırtıcı politikalar yaratıyordu.

Bir bütün olarak bu aşamanın sonuçları yalnızca Mısır için değil, tüm Araplar için bir yenilgiyi temsil eden 1967 felaketinde somutlaştı. Ekim 1973'teki Arap-İsrail savaşı ve ona eşlik eden petrol savaşında da aynı durum yaşandı. Savaştan sonra Ekim ittifakından İsrail’le barış konusunda yaşanan bölünme dışında hiçbir şey kalmadı.

Yukarıda zikrettiğimiz yazıların bahsettiği ABD’nin çıkışı dahil artık bölgede pek çok şey değişti. Eğer ABD’nin bıraktığı boşluk doldurulursa, diğer uluslararası çekişmeler Ukrayna savaşının boyutuna bağlı olacak. Geçtiğimiz on yılda “Arap Baharı” olarak adlandırılan ve birincisi 2010-2011'de, ikincisi ise 2018-2019'da yaşanan iki dalganın sonucunda üç seçenek oluştu. Bunun sonucunda ortaya çıkan ilk seçenek; şu anda Suriye'de, Yemen'de, Sudan'da tanık olduğumuz ve Libya'da belirtileri görülen “kaos” oldu. İkinci seçenek ise fanatik ve radikal örgütler üreten siyasal İslam güçlerinin kontrolüydü. Bu güçler, Mısır ve Tunus'ta iktidarı kontrol etmeyi denediler ve başarısız oldular ama Filistin'de şu ana kadar başarılılar.

Üçüncüsü, Tunus, Irak ve Cezayir'deki girişim ve deneylerle birlikte Körfez Arap ülkeleri, Mısır, Ürdün ve Fas'ta gerçekleşen bir modele göre düzenlenen reform seçeneğiydi. Arap reform ülkeleri onları farklı kılan özelliklere sahiplerdi, ancak onları birleştiren bir şey vardı o da uluslararası alanda “nation state” olarak bilinen ulus-devlet inşasıydı. Bu inşa ile birlikte, değişen derecelerde piyasa ekonomisine yaklaşan, dini düşünceyi yenileyen, modern kurumsal yapılar inşa eden, ilerici kimlik ve statü kazanmak için zamanla yarışan dev projeler başlatan büyük bir iç yapılanma sürecine girildi. Bu ülkeler aynı zamanda dış politikada da komşu bölge ülkeleri ile dış çatışmaları bir kenara bırakma konusunda birleştiler. İsrail ile ilgili politikalarına gelince, iki devletli çözüm konusunda uluslararası alanda varılan mutabakata uygun olarak Filistinlilere haklarını geri vermekle birlikte bölgede İsrail'i özümsemeye dayanıyordu.

Reform ülkeleri arasında devam eden iş birliği, Arap Baharı devrimleri, terör dalgaları ve uluslararası krizlerden kaynaklanan sıkıntılı dönemlerde olumlu etkileşimler biçimini aldı. Bunlara bir de Türkiye, İran ve İsrail’le kanalların açılması, İsrail ile barış ve “normalleşme” anlaşmalarının imzalanması eklendi. ABD, Çin, Rusya ve onlardan sonra gelen Hindistan ve Japonya gibi ülkeleri kapsayan üç kutuplu bir dünyayla ilişkilerde böyle bir yaklaşım, ulus-devletlerin konumlarından güç ve ağırlıklarına kadar “jeopolitik” durumları ile petrol, gaz ve büyük bir pazar olmaktan doğan “jeoekonomik” durumlarından yararlanan büyük bir esneklik kazandırdı. Beşinci Gazze Savaşı bunların hepsini yerle bir etmeye geldi; İran yaşananlarda büyük rol oynarken, diğer yandan Hamas örgütü Filistin'deki bölünmeyi kendi lehine derinleştiriyordu. İsrail ise bölge tarihinin en büyük askeri güç gösterisini gerçekleştirme fırsatını buldu. Bir kez daha, Filistin meselesi, bölgedeki reformist grup için bölgenin güvenliğine yönelik büyük bir tehdit olarak ortaya çıktı ve bu tehdit hâlâ birçok kapsamlı ya da paralel savaşa dönüşebilecek ciddi patlama potansiyeline sahip. Ama diğer yandan Filistin ve İsrail sorunlarını birlikte çözme fırsatı da sunuyor. Bunun ayrıntılarını şu anda bilmemiz zor ama kendisine reformist, ilerici bir yaklaşımla bütüncül bir açıdan bakmak, mevcut reform deneyiminin bir gereğidir.