Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Kendini keşfetme yolculuğu

Geçen hafta, Profesör İyad Medeni'nin "Bir Suudi Arabistan Hikayesi" kitabının öyle görünse bile, tam anlamıyla bir otobiyografi olmadığını söylemiştim. O zaman kendime şu soruyu sordum: Eğer bu bir otobiyografi değilse konusu nedir, kitap ne diyor ve yazar ne istiyor?

Bana göre kitap otobiyografiden ziyade “fikirler tarihi” üzerine bir çalışmaya daha yakın. Bu arada fikirler tarihi bugüne kadar pek ilgi görmeyen bir bilimsel alan. Örneğin, İngiliz filozof Isaiah Berlin'in (1909-1997) eserlerinin genellikle bu alan içinde sınıflandırıldığını hatırlıyorum. Benden başka okuyucular eserlerini kimlik oluşumu üzerine bir çalışma olarak sınıflandırmış da olabilirler. Doğrusunu söylemek gerekirse fikirler tarihi tanımı Profesör Medeni’nin kitabının bölümlerini daha iyi birleştirebiliyor.

Yazarın memleketi olan Medine, ilk bölümün sınırlı bir kısmını işgal ediyor. Ben de kendi kendime şunu sordum; bir kişinin biyografisi büyük ölçüde ait olduğu toplumsal mekânın tarihidir. Peki, o yer neden burada öne çıkmıyor? Bazı olasılıklar düşündüm ama kesin doğru olduklarını söyleyemem. Olasılıklardan biri de Medine’nin o dönemden, yani yirminci yüzyılın altmışlı yıllarından bu yana istikrarlı bir toplum olmadığı, hatta belki de kendisi için kullanılacak en yakın tanımın, pek çok kişinin gelip ardından ayrıldığı akışkan bir toplum olduğudur. Medine’nin dini-ilimsel durumunun kendine özgülüğü göz önüne alındığında, bu insan devinimi, bütünleşmesi ve sosyal bir birim oluşturması uzun zaman gerektiren farklı kültürleri ve farklı etnik kökenleri de beraberinde getiriyordu ve çoğu durumda ihtiyaç duyulan bu zaman olmuyordu.

Ancak yazarın kendi yorumunu benimsersek, bizi hızla Mısır ve ardından ABD yolculuklarına götürüyor; bu yolculuklar bana öyle geliyor ki, hayatının sonraki 20 yılı boyunca zihnini meşgul eden soruların oluşmasına en çok katkıda bulunan iki aşamaydı. O halde önemli olan hayatın gidişatını belirleyecek soruların doğuşudur.

İkinci bölümde, Haziran 1967'de yaşanan Nekbe ile yazarın sonraki yaşamının odak noktası olan gazetecilik seçimi arasındaki ilişkiyi anlıyoruz. Gerçek şu ki, o yıllarda ABD’de yabancı bir öğrenci olarak yaşadığı sıkıntılar, çevrenin dayattığı kimliği değil, "kendi seçtiği" bir kimliği tasarlama ihtiyacı duygusunu derinleştiriyor.

Bu sıkıntılar sırasında bizim gibi insanların nadiren dikkat ettiği gizli bir noktayı, yani çevrenin size dayattığı kalıplaştırma ya da standartlaştırma sürecini fark etti. Alternatifini bilmediğiniz için dayatılan kalıplaştırma ya da standartlaştırmayı kendiliğinden kabul edersiniz ya da alternatifin maliyetine katlanamadığınız için kabul etmek zorunda kalırsınız. Kitabın 12’inci bölümünde Medeni, Güney Afrikalı özgürlük savaşçısı Steve Biko'nun ünlü bir sözünü hatırlatarak bu hikâyeyi oldukça derinlemesine ve ayrıntılı bir şekilde ele alıyor: “Zorbaların elindeki en güçlü silah, ezilenlerin zihnidir. ”

Batılı toplumlar hem geri kalmışlığını keşfetmekten hem de bu sıkıntıyı aşmaktan aciz ya da belki de değişmek istemediği için İslam dünyası hakkında baskıyı ve ezilmeyi hak ettiğine dair bir imaj çizdiler. Bu fikir, pek çok Müslüman tarafından kabul edildi ve bu -ki hikâyenin acı tarafı da budur- Batılılar için Müslümanlara karşı üstün bir tavır takınmayı, hatta aşağılamayı meşrulaştırmanın gerekçesi haline geldi. Araplar ve Müslümanlar, inançlarını ve davranışlarını gerekçelendirmek ve karşı tarafın seçtiği her soruyu yanıtlamak zorunda bırakıldılar. Müslüman’ın bu tutumu kabul etmesi ve karşı tarafın da alışması neyin doğru, neyin yanlış olduğu, yani söylenmesine izin verilen ve sessiz kalınması gerekenler konusunda dar tanımlamalara yol açtı. Bu, bireysel kimliğin sentezinde belirleyici olan aşamaydı.

İyad Medeni, bu içler acısı tablonun düzeltilmesine katkıda bulunmak amacıyla İngilizce bir gazete çıkarmak istediğini açıkça söylemiyor, ancak böyle bir gazetenin dünyaya bu ülkelerin ve halklarının söylenmeyi ve dinlenmeyi hak eden şeyleri olduğunu anlatacağını ima ediyor.

Kendini keşfetme yolculuğunun son aşaması, kaldığınız yere geri dönmektir. Şimdi asıl görev kendi kimliğinizi seçmektir. Başkaları sizi bu şekilde görmekten rahatsız olabilir ama önemli olan sizin bu kimlikten memnun olmanızdır. O vakit zaman lehinize işleyecek ve diğerleri eninde sonunda kimliğinizi kabul etmek zorunda kalacaklardır. Bir Suudi Arabistan hikâyesinin özeti budur.