Yalnızca doğaya ve tabiatın kendisine aykırı olan Lübnan'da zaman yerinde sayar ve boşluğu reddeden doğa bile onu bir başka boşluk ile doldurur. Bu oluşum sanki başlangıcından beri sürekli bir boşlukta yaşıyor gibidir. O, dini grupları hiçbir zaman yerlerinden fazlasını, partileri ise yerlerinden azını doldurmamış bir oluşumdur. Bireylerine gelince, onlar doğuşundan kıyamet gününe kadar kendilerine bir yer aramaktadırlar.
Doğada veya doğal olarak, devlet herkes için, bir lütuf ise dini gruplar için, sorun olsa da bir mezhep için, gerçek ise partiler için ve çatışmada ısrarcı iseler bireyler için nihai meskendir. Ancak “Lübnanlıların başkaldırışı ve istisnailiği” olarak adlandırılabilecek bağlamda, siyaset üstü sayılabilecek mezhepçi doğa, toplum ve devlet yapısındaki kopukluk ve bağlantı, yani bir şey ve onun karşıtıdır.
Bağımsızlıktan bu yana Lübnanlılar bir boşluktan şikayet ediyorlar. Her mezhep, parti, dini grup veya birey kendi boşluğundan dem vuruyor ve bunu devletin duvarına asılı diğerine yansıtıyor. 1943'teki bağımsızlıktan 1989'daki Taif'e ve 2005'teki Taif sonrasından 2025'e kadar mezhepçi devletin yöneticileri bir boşluğu başkasıyla doldurmayı, yani, mevcut fazlalıklarla diğerine hükmetmeyi alışkanlık edindiler. Bu ise gerçekte devletin ve rolünün askıya alınmasından, temsil ve karar alma yetkisinin, geçici bir güç fazlalığı hisseden ve bundan başkalarının boşluğu üzerinde otoritesini kullanmak için faydalananlarla sınırlanmasından başka bir şey değil.
Boşluk tarif edilirken, sanki devlet boşluktan doğup boşluğa geri dönüyormuş gibi tarif edilir. Zira boşluğu doldurmak, yalnızca anayasal boşluğu sona erdirmek veya yeni bir hükümet kurmakla ilgili değildir. Mevcut durumumuzu tarif edecek olursak, boşluk, makamların boş olması veya bireylerin yokluğu değil, devletin, kurumlarının, etkili rolünün ve bağımsızlığının yokluğudur. Bu, mevcut boşluk üçgeninin açık ve net olduğu anlamına geliyor; birincisi, meclisin çalışmalarının kontrol edilmesi sebebiyle yaşanan yasama boşluğudur. İkincisi, ikili karar alma mekanizması yoluyla yaşanan egemenlik boşluğudur. Zira devlet, şiddet veya savaş ve barış kararını tekeline almakta zorlanıyor. Üçüncüsü, yozlaşmış sistemin mali ve ekonomik reformları engelleme kabiliyeti nedeniyle yaşanan reform boşluğudur. Bu üçlemenin en tehlikeli sonuçları, vatandaşların devlete bir koruyucu ve kurtarıcı olarak neredeyse tamamen güvenmemesiyle karakterize edilen toplumsal bir boşluğu pekiştirmesidir. Bu da mezheplerin ve partilerinin otoritesine geri dönüşü teşvik etmektedir.
Askıda kalmış Lübnan zamanında, devlet ve toplum, sanki zaman durmuş ve 1975'teki ilk patlamanın (iç savaş) ve 2005'teki ikinci patlamanın (Başbakan Refik Hariri suikastı) ardından mezhepçi sistemin yeniden patlaması ile tehdit ediliyormuş gibi, siyasi ve kurumsal bir felçten muzdariptirler. Arzu edilen devlet, iki dönem arasında sıkışıp kalmıştır; sağlam temellere sahip eski dönem ve karmaşık yeni bir dönem. Yeni dönemi oluşturan Cumhurbaşkanı ve Başbakan arasında birincisi, rolleri ve yetkileri arasında sıkışıp kalmış durumda. Oysa konumu gereği, rolleri herhangi bir yetki gerektirmiyor. İkincisi ise, güçleri ve rolleri arasında sıkışmış, onları birbirinden ayıramaz bir durumda. Temsilciler Meclisi Başkanı tarafından temsil edilen eski dönemse, konumu, rolü ve eylemleriyle sağlam bir şekilde kökleşmiş.
Dolayısıyla, Lübnan'da askıya alınmış devlet bir bekleme halinde. Bu bekleme çok yönlü ve bazı açılardan kötü. Bazıları savaşı ve sonuçlarını, ya da bir mezhep grubunun çöküp yerini bir başkasının almasını bekliyor. Bazıları bir vazgeçme anında siyasi doğruluk bekliyor. Kimisi de ya çok fazla bir şey değiştirmeyecek genel seçimleri ya da devletten göç etmeyi veya tamamen terk etmeyi bekliyor.