Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

Düşünme zahmetine girmeden fikir belirtmenin rahatlığı!

Son yıllarda etrafımız bu devasa devrim, teknoloji devrimi ile kuşatıldı. Bu dijital devrim aracılığıyla aramızda kontrol edilemeyen ateş gibi yayılan bir düşünce ve fikir seli ile çevrelendik. Araçlarında yayınlanan ifadeler kırılgan olmaya yakın ve belki de herhangi bir bilişsel bağışıklığa sahip olmayan zihinlere ulaşıyor, onlar da düşünmeden inanıyorlar. Bu devrimin kullanımının hiçbir kontrolü, bağlayıcısı ve hatta rasyonel referansı yok. Herkesin sağlık, din, ekonomi, toplum ve eğitim konularında, hatta hayatın her alanı, özellikle de siyaset ile ilgili hiçbir kanıt veya mantık olmadan konuştuğunu görüyoruz.

İsrail sağı deneyimlediğimiz gibi “insan kılığında bir kurt” olduğu için bugünlerde, İsrail'in genel olarak Filistinlilere, özel olarak ise Gazze halkına karşı yürüttüğü "ahlaki barbarlık" olarak adlandırılabilecek bir şeye tanık oluyoruz. Dünya da İsrail'in Batı'daki en ateşli siyasi destekçilerini bile harekete geçiren bir insanlık katliamına tanık oluyor. Ancak bu hareketlilik sözlü ve yüzeysel. Çünkü, Batı ve Doğu'nun bir kısmı İsrail'in yaptıklarını hâlâ destekliyor veya görmezden geliyor. Bu, belki de türü ve düzeyi bakımından benzeri görülmemiş barbarca eylemden başka bir şey değil, zira bugün Gazze halkı açlık ve susuzluk çekiyor, ciddi ilaç sıkıntısından muzdarip ve her an öldürülme korkusu yaşıyor. Televizyon kanalları dehşetin büyüklüğünü ve soykırım görüntülerini bizlere aktarıyor.

Bütün bunlar, Filistin halkıyla tarihsel ve kültürel olarak bağlantılı olan başta Araplar olmak üzere birçok halk tarafından gözlemleniyor ve Filistinlilere sempati duyuluyor.

Bu sahneyi ele alırken birçok tartışma, 7 Ekim 2023'te yaşananların büyüklüğüne rağmen daha önemli bir nedenin, Gazze ambargosunun ve Filistinlilerin, dünyanın geri kalan halkları gibi bağımsız bir halk olarak kalma umutlarını kaybetmelerinin sonucu olduğunu söylemeden geçmiyor. Görünürde bu doğru, 7 Ekim eylemi bu nedenle gerçekleştirildi, o kendinden önceki bir nedenin sonucuydu, bu açıklama birçok kişiye mantıklı gelebilir.

Ama işin bir boyutu daha var, sebep-sonuç arasında nasıl bir mekanizma varsa, burada da bir mekanizma daha var ki o da eylem ile amacı arasındaki ilişkidir. Yani eylemden istenen nihai sonuç elde edildi mi, istenilenin tamamı ya da bir kısmı gerçekleşti mi, yoksa hiçbiri gerçekleşmedi mi?

Bu temel soru, yarım yıldan fazla süren çatışmalardan, on binlerce yetişkin, kadın ve çocuk Filistinli hayatını kaybettikten sonra bugün güçlü ve samimi bir şekilde soruluyor. Gazze halkının bütün bu fedakarlıklarından sonra Hamas sonuca ulaşmaya daha mı yakın? Yoksa eylem ile ulaşılması amaçlanan hedeflerin hiçbiri dava lehine sonuç vermedi mi? 7 Ekim'de yaşananlar belki de bu eylemi gerçekleştirmek için cesaretlendiren ve teşvik eden bölgesel güçlerin bazı hedeflerine ulaşmasını sağladı. Filistinlilerin veya davalarının herhangi bir hedefini gerçekleştirip gerçekleştirmediğine gelince, her rasyonel insanın fark edeceği gibi şu ana kadar hiçbir şey gerçekleşmedi. Aksine büyük can kayıpları yaşandı, hayatta kalanlar ise zorlu bir yaşam sürüyorlar, insan hayatının avlandığı bir tuzağa ve umutsuzluğa düşmüş bulunuyorlar.

Halklar, başkalarıyla olan mücadelelerinde fedakarlıklar yaparlar ve tarih bize bununla ilgili birçok örnek sunar. Çoğu durumda, bu fedakarlıklar ne kadar büyük olursa olsun, bu halklar amaçladıkları hedefleri ya da en azından bir kısmını gerçekleştirdiler. İsrail ile Hamas arasındaki çatışma durumuna gelince, Hamas'ın ya da Filistinlilerin yararına hiçbir şey başarılamadı. Aksine, kendisine çarpık görüntü sunan ve büyük yenilgiyi bir tür zafer gibi gösteren iyimserlik gözlüğünü takmaya devam etmek isteyenler dışında, yaşanan can kayıpları aşikâr.

Ortaya çıkan ve artık bilinen mevcut belgelere göre temelde bölgede "direniş ekseni" adı verilen bir tarafın olduğu düşünülüyor. Direniş ekseni İsrail’e düşman olduğunu, Filistinlilerin haklarından yana olduğunu duyuran, İsrail'in atacağı her adıma daha sert bir adımla karşılık verileceğini söyleyen (!) eksendir.

Ama 7 Ekim'de fitil ateşlendikten sonra bu eksenin coşkusu azaldı veya olup bitenler konusunda bize danışılmadı ya da ne olduğunu bilmiyorduk ya da sahip olduğumuz gücü feda etmeyeceğiz gibi argümanlarla kendi pozisyonunu haklı göstermeye başladı. Bir yandan da platformlarında direnişin desteklenmesi konusundaki hararetli söz ve konuşmalarını sürdürüyor.

Dünya bir yandan ateşkes bekliyor, bir yandan savaşın durmasını umuyor, bir yandan da kayıpları kınıyor. Küresel sempatiyle birlikte (Hamas’a itiraz) da aynı derecede ve İngiltere gibi bazı ülkeler düşünce ve ideolojik yönelim olarak Hamas’a benzeyen örgütleri “terör örgütleri” listesine dahil etmeye başladılar. Hamas ise Gazze'yi yönetmeye devam etmesi gerektiği konusunda kararlı. Dahası, yakın zamanda Moskova'da 13 Filistinli fraksiyon arasında varılan göreli uzlaşı ve tüm Filistinliler için (teknokrat) bir hükümet kurma konusunda varılan fikir birliği bile hızla bozuldu. Bu hükümetin duyurulması üzerine Fetih ile Hamas arasında sert bir söz savaşı çıktı. Savaşın görünür nedeni hükümette yer alan isimlere karşı itirazlar ama özünde Filistin birliğini kabul etmeme, bölünmüşlüğü vurgulama, bir harabe ve enkaz üzerinde de olsa yönetimi tekeline alma arzusu var!

Bugün küresel olarak Filistin davasının yaşadıkları, başta dünyanın İsrail'in sivillere yönelik iğrenç kibrini reddetmesi ve kurbanlara sempati duyması olmak üzere, tüm olayların sonucudur. Bu, son 70 yılda daha önce görülmemiş bir siyasi fırsat ve yalnızca Hamas'ın kurşunlarıyla değil, çoğunlukla Gazze halkının kanıyla elde edildi. O kanı isteyerek ya da zorlanarak feda etseler de sonuç aynı; dünya ve kamuoyu onlara sempati duyuyor. Bu açıkça görülebilen bir gerçek. Ancak dünya ve küresel kamuoyunun büyük çoğunluğu Hamas'a sempati duymuyor, onun ideolojisini veya "direniş ekseni" sloganını da kabul etmiyor. Dolayısıyla mevcut fırsat siyasidir ve bu nedenle uygun zamanda ve uygun biçimde siyasi olarak ele alınmalıdır. Ancak Hamas, Gazze'nin kontrolünü elinde tutmaya karar verirse ve bunu “en büyük hedefi” sayarsa, o zaman küresel coşku ve sempati büyük olasılıkla sönecek. Onlarca yıldır, Filistin davasını can evinden vuran şey abartıydı ve bunun, yani abartının, geçtiğimiz on yıllar boyunca duygusal Arap zihninin sloganlarına gömülmüş olan bir hastalık olduğunu söylemeliyiz. Aynı zamanda yakın gelecekte tedavisi de mümkün görünmeyen bir hastalık, çünkü Arap kültürümüzde, düşünme zahmetine girmeden, hatta sahadaki gerçeklere bakmadan rahatça bir fikir belirtmekte acele etmeye meyilliyiz!!

Son söz; İbnü'r-Rumî'nin (Bana bir kalem verseydin, onunla kılıçları, mızrakları yok ederdim) sözündeki retorik imge, aklın kuvvete üstünlüğüne dair bir metafordur.