Ortak Arap eylemi artık kaçınılmaz hale geldi çünkü hiçbir Arap ülkesi, Arap dünyasının karşı karşıya olduğu ve bağımsızlığın kazanılmasından bu yana çağdaş tarihinin en zoru olabilecek "ortak" zorluklarla tek başına yüzleşemez. 21. yüzyılın üçüncü on yılının dördüncü yılında, bu seferki sorun pek fazla ortak dayanışma ve destek açıklamasını ya da Arap Birliği'nin zaman zaman yapmaya çalıştığı gedikleri kapatma girişimlerini, kritik anlarda hamasetin coşkun dayanışma duygusuna karıştığı “Araplık” anlarına özlemi kaldıramaz. Oldukça basit bir şekilde elimizde iki grup Arap ülkesi var; içlerinden biri, fedakarlıkları nasip, kader ve cennete giden bir yol olarak kabul edip görmezden gelen eski güçlü söylemler halini yaşıyor. Şehitlik ve dökülen kanlardan sonra bile her zaman imkânsız hedefler sunmayı tercih ediyor. Diğer grup ise dünyanın bildiğimizden farklı hızlarda ilerlemeye doğru gittiğinin ve ilerlemeyi şimdi yakalayıp toprağımıza ekmezsek bu fırsatı kaçıracağımızın farkında. Geçtiğimiz on yıl çeşitli Arap ülkelerinde yoğun çalışmalara sahne oldu. Gerçekten modernleşme, ilerleme, yenilenme, kısaca reform için çabalayan vizyonlar oluştu. Bu son grup, bölgemizdeki mevcut koşulların ortaya çıkardığı ve siyasi bilgelikçe ele alınması gereken işte bu son gruptur. Söz konusu bilgelik, pozisyonlar kaydetmeye ve mümkün olduğunca fazla kınamalar elde etmeye değil, aksine zor görünen kaderi olumlu ve yapıcı yönde değiştirmeye çalışan bir bilgeliktir. Tehlikeye daha önce de bu köşede değinmiştik, kendisi özetle şudur; Gazze'de kanayan yara nedeniyle bölgemiz giderek geniş çaplı bir bölgesel savaşa doğru sürükleniyor. Bu savaşın kanıtları, İsrail'in Suriye ile Lübnan sınırlarında ve ötesinde, Irak ve Afrika Boynuzu ile Hint Okyanusu'na kadar uzanan Kızıldeniz'de açık ve nettir. Bu savaş, bölgesel savaşın ötesine geçerek bölge ülkelerinin merkezine kadar yayılabilecek bölgesel istikrarsızlığın maksimum halidir. Bunlar Körfez İşbirliği Konseyi ülkeleri, Mısır, Ürdün ve Fas'taki reform süreçlerini tehdit edecektir. Sözde Arap Baharı’nın siyasi, askeri, ideolojik ve mezhepsel iç savaşlara dönüşen bir kargaşa içinde bıraktığı Suriye, Yemen ve Sudan gibi ülkelerde devam eden çatışmaları derinleştirecektir. Diğer ülkelerde ise durum farklı düzeylerde çalkantılı ve endişe verici bir duruma geldi.
Bu durumun düzeltilmesi ve toplumlarla ülkelerin olumlu değişimine yönelik ciddi girişimlere engel teşkil etmesinin önlenmesi, ortak düşünebilen bir blok gerektiriyor. Blok aynı zamanda bir yandan “tufan”la yüzleşebilecek bilimsel girişimler ve fikirler yaratmalı, diğer yandan reformu sürdürmeli, reformun vatandaşlığa ve dini düşüncenin yenilenmesine, ekonomik, bilimsel ve teknolojik gelişmeye dayanan ulus-devleti kurma yönündeki güçlü ivmesini korumalı.
Ortak Arap eyleminin başlangıcı, yalnızca barış ülkeleri ve savaş ülkeleri arasındaki Arap bölünmesini, Fetih ile Hamas ve Batı Şeria ile Gazze Şeridi arasındaki Filistin ayrılığını içermeyen karmaşık bir gerçeklikle başa çıkmak için bir stratejiye varmaktır. Bu gerçeklik, aşırı güç kullanımına, çocukların ve kadınların öldürülmesine değil, inşa etmeye dayalı bölgesel iş birliği sisteminin (Doğu Akdeniz Forumu buna bir örnektir) bir parçası olması için kendisine sunulan ve halen geçerli olan tarihi fırsatı değerlendirmekten aciz gibi görünen İsrail'in içinde yaşananları da kapsıyor. Gerçek şu ki, pek çok İsrailli yazar ve genel olarak Batılı yazarlar, eski İsrail dışişleri bakanı Abba Eban'ın, Filistinlilerin onları taleplerini elde etmeye yaklaştıran her fırsatı boşa harcadıkları yönündeki açıklamasını kabul ederler. Fakat aynı mantık hiçbir zaman İsrail ve liderleri için de geçerli olmamıştır. Daha önce başkalarıyla birlikte yazdığım kitaplarda bunu anlatmaya çalıştık. Ama hepimiz, yani ister Filistin'de ister İsrail'de olsun bu konuda yazan herkes, genellikle tarihi olay bittikten ve değerlendirme lüksüne sahip olduktan sonra bunu yapardık. Ama ilk olarak devam eden savaş ile başa çıkmak, ikincisi, savaştan daha güvenli ve müreffeh bir bölgeyi yönetme gücü ile çıkmak için Filistin, İsrail ve genel olarak bölgesel gerçekliği düşünce ve pratikte ele alma fırsatı varken ve devam ederken, şimdi belki de bunu yapmamızın zamanı gelmiştir.
Son fırsat, Oslo Anlaşması, Mısır ve Ürdün barış anlaşmaları, İbrahim Anlaşmaları ve Arap Barış Girişimi’nde başarılanların mirasına eklenecek yeni ilişkiler yoluyla, hem Filistinlilerin hem de İsraillilerin barışı ve normalleşmeyi birlikte başarmalarının açık ve mümkün olduğu bundan bir yıl önceydi. Ne yazık ki devam eden savaş, yalnızca tarihi ya da yeni intikamları tasfiye etmekle kalmadı, bölgesel yapılanmanın reform süreçlerini de sekteye uğrattı. Bu soruna çözüm bulmak ancak artık ateşkesi sağlama girişimlerinin, insani ara, Filistin'in yeniden inşası ve yüz yıldan fazla süren bir çatışmanın sona erdirilmesi çabalarının bir parçası olan ortak eylem yoluyla mümkün. Altılı Arap Komitesi, Arap-İslam zirvelerinin doğurduğu olumlu bir başlangıcı temsil ediyor. Adı geçen dokuz ülkenin açıklamasında, her iki tarafta sivillerin hedef alınmasını reddeden ve iki devletli çözüme dayalı barış çağrısında bulunan ortak bir tutum belirlendi. Ciddi olarak ele alınması gereken husus, iki devletli çözümün özünde hem Filistin sorununu hem de İsrail sorununu çözmenin, uzun yıllar süren çatışma ve nefrete son vermenin yolu olduğudur. Arap tarafı şu ana kadar Filistin'in bağımsızlığını deklare etme ve dünyaya Filistin devletini tanıma çağrısı çerçevesinde bu çözüm formülünü kabul ediyor. Ancak denklemin başka bir yönü daha var ve mevcut acı gerçekliğin karşı karşıya olduğu aşılmaz engelleri kolaylaştıracak olan da bu olabilir. Ortak bir Arap eylemi gerektiren bu yön, gerçek bir devlet haline gelmesi, silahın siyasetten ayrılmadığı bir devlete layık tek bir otoriteye sahip olması için Filistin bileşenini mevcut durumundan kurtaracak inşa sürecinin nasıl olacağıdır. Ayrıca İsrail'i bölge içinde nasıl kapsayacağımızdır.