Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

Uluslararası ve insani ilişkilerde barış ve iyiliğin değeri

Rusya Ukrayna'ya saldırdığında ben üniversitede ‘Vatandaşlık ve Barış’ dersi veriyordum. Öğrencilerin soruları çoğaldıkça, ilişkiler üzerine tarihi kitaplar yerine ulusların edebiyatlarına ve kültürlerine başvurmanın daha iyi olacağı aklıma geldi. Öğrenciler için Tolstoy'un ‘Savaş ve Barış’ kitabı ile Dostoyevski'nin ‘Karamazov Kardeşler’ kitabını aldım. Birincisi, savaşı insani bir olgu olarak görmezken, ikincisi, kardeşliği iyi ve kötünün ötesine geçecek kadar karmaşık olarak değerlendiriyor. Öğrenciler, özellikle de yorumlamada başarılı olanlar, farklı bakış açılarına sahipti. Bu nedenle Roland Barthes'ın ‘Yazarın Ölümü’ kitabı ve yaratıcı metne ölümsüzlüğünün sırrı olan çoklu yaşamlar vermesi üzerine düşündüm.

Öğrencilerinizle veya muhataplarınızla savaşların gerçeklerini ve nedenlerini tartıştığınızda, bunların başlıcalarının üç tane olduğunu göreceksiniz: Ulusal hırslar, kaynaklar ve stratejik etki alanları. Ancak insani maliyetler, ilgili tarafların açık ya da gizli olarak belirttiği tüm bu hususlardan çok daha büyüktür. Dolayısıyla barış en yüksek değer olmaya devam ederken, liderler nasıl olur da barış değerini bırakıp sonuç ve insanlık açısından en düşük değer olan savaşa başvurabilir ya da acele edebilir? Bu da pek çok kişinin savaşın ya da savaşa doğru koşmanın gerçek anlamının yukarıda bahsedilen üç nedenden ziyade psikolojik dünyalarda yattığını iddia etmesine yol açıyor. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Atlantikçiler tarafından ülkesine uygulanan ‘ablukaya’ kafayı takmıştı ve Ukrayna'yı vurmayı bir atılım olarak görüyordu. Ancak tam tersi oldu; abluka daha da sıkılaştı ve tarafsız Avrupalılar Rus korkusuyla Atlantik'e akın etti. Eğer bu akın faydadan ziyade korkudan kaynaklanıyorsa, kesin bir yenilgi olarak yorumlanacağı için geri çekilmek artık mümkün değildir. Dahası, beklenmedik kayıplara ek olarak, Rusya'nın Gürcistan (2008) ve Ukrayna'daki kazanımları ‘muzaffer’ devlete yük haline geliyor. Zira artık devletlerin gücü yüzölçümleriyle ya da kaynaklarındaki bir miktar artışla ölçülmüyor. Dahası, Rusya Federasyonu Afrika, Latin Amerika ve Ortadoğu'da ABD ve müttefiklerinin yerini almayı kendine görev edinmiştir ki, bu da uzun süre devam ettirilemeyecek bir başka yüktür.

Sebepler ve değerlendirmeler ne olursa olsun, uluslararası ilişkiler ve savaş sonrası dünyaya istikrar ve barış getirmesi beklenen uluslararası sistem açısından bunun sonuçları nelerdir? Bazıları yaşananları Soğuk Savaş'ın ve Sovyetler Birliği'nin çöküşünün yol açtığı hasarın düzeltilmesi olarak görüyor. Peki, savaşların patlak vermesinden sonra dünyanın daha dengeli hale geldiğini kim söylüyor? Diğerleri ise bu kargaşayı çok kutupluluk ve yeni ortaya çıkan devletlerin ortak karar alma ve sorumluluk üstlenmesi yoluyla daha dengeli bir uluslararası düzen yaratmanın yolu olarak görüyor. Bu, elbette belirsiz bir dünya olan post-Amerikan dünyası hakkındaki bitmek bilmeyen tartışmalarda açıkça görülüyor: ABD, yüklerini ve sorumluluklarını azalttığı için mi bu dünyaya girecek? Ancak ABD-Çin ilişkilerini gözlemlediğimizde, rekabetin en uç sınırlarına kadar gittiği açıkça görülüyor. Avrupalılar nasıl ABD ile Rusya arasında karşılaştırma yapmak zorunda kalacaksa, Asyalılar ve Afrikalılar da ABD ile Çin arasında karşılaştırma yapmak zorunda kalacak!

Sonuçta, barışın değeri insanlık dünyasındaki en yüksek değer olmaya devam ediyor. Gassan Selame'nin son kitabının başlığından da anlaşılacağı üzere, savaşlar için gücün cazibesini siyasi ve insani ölçeklerde barışın faydalarından daha elverişli kılabilecek hiçbir gerekçe yoktur.

Son aylarda ‘maruf’ (iyilik) terimi ve kavramı ile yaşıyorum. Bu terim, Kur'an-ı Kerim'deki erdemler bütünüdür. Müslümanların küresel bilginin savunucuları ya da insani bağlamlarda bilginin tanıkları olmaları ve öyle kalmaları için bir davettir. Maruf değerleri aracılığıyla Kur'an, dünya ile bir buluşma ve bir paylaşım önerir. Birleşmiş Milletler (BM) Şartı ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi evrensel olarak tanınmıştır ve tüm dünya ve biz bunun bir parçasıyız. Bugün İsrail'in Gazze'de ve işgal altındaki Batı Şeria'da yaptıklarının uluslararası hukuka ve uluslararası insancıl hukuka aykırı olduğunu duyduğumuzda, bu hâkim olan küresel ortak bilginin bir ifadesidir. Öngörülebilir gelecekte uluslararası sözleşmelerin alternatifi yoktur. Ancak, uluslararası hukukun büyük (Rusya) ve küçük (İsrail ve Husiler) ihlalleri, herkesi kendi çıkar ve kabiliyetlerine göre bu barış normuna meydan okuma konusunda cesaretlendirmektedir. Uluslararası sistemin gücünün etkilerinden biri de dünyanın dört bir yanındaki yüzlerce çatışma bölgesinde konuşlandırılan barışı koruma güçleridir. Ancak yaygın şiddet, BM güçlerinin varlığına rağmen çatışmaların devam etmesini sağlıyor (örneğin Kongo ve Güney Lübnan). Daha önce de belirtildiği gibi, küresel normun gücünün sırrı alternatifsizliktir ve dünyanın onlarca yerinde devam eden ezici ve topyekûn savaş dışında uluslararası hukukun alternatifi yoktur.

Kur'an-ı Kerim'in dikkat çekici özelliği, iyiliği tanışıklıkla ilişkilendirmesidir. Erkekler ve kadınlar arasındaki insani farklılıklar ve farklı sosyal sistemler (örneğin halklar ve kabileler), bireyler ve gruplar arasındaki ortak çıkarlar üzerinde karşılıklı tanıma veya yakınlaşma olmadan çözülemez. Bu değerli, etik, diyalojik, müzakereci ve umut verici bir bakış açısıdır.

Küresel norm sadece barışın ihlali ile değil, aynı zamanda erkeklik, kadınlık, toplumsal cinsiyet, cinsellik, cinsiyet değiştirme ve özgürlük adına çocukluğa karşı saldırganlık kavramlarıyla ilgili daha derin, daha geniş ve temel olanın ihlali ile de tehdit edilmektedir. Bu anomaliler, devletlerin aile bütünlüğünün ve eğitim ya da yetiştirme kavramlarının altını oyacak şekilde uygulamak zorunda oldukları yasalara dönüştürülmektedir. Bu süreçler, Batı toplumlarında güçlü bir şekilde devam ediyor. Ancak ister İslami ister gayri İslami olsun Doğu toplumları da bu süreçlerden muaf değil. Çünkü dünyada hâkim olan ve Batı'dan gelen eğitim ve pedagoji sistemleri, vizyon ve değerlerde köklü bir değişimi beraberinde getiriyor. Konular, mekanizmalar ve beceriler her yerde aynıdır. Asıl önemli olan, çocuklara ve gençlere kazandırılacak becerilerin ötesinde veya üstünde, vizyon ve değerlerdir. Böylece günlük olarak uygulanan sistemler, bildiğimiz çocukluğu silen ve baskıcı bir otorite olarak ailenin varlığını ortadan kaldıran yeni değerleri aşılamak için bir araç haline gelir!

Fırtınalı değişimlerin giderek tırmandığı bu sıkıntının ortasında iki akım yükseliyor: Birincisi, totalitarizmden kurtulmak ve gelenekleri korumak için ayrıntılara odaklanıyor. İkincisi ise dünyadaki kötülüğün kaynağı olan Batı nefretine odaklanıyor. Karl Jaspers'e göre dünya MÖ sekizinci yüzyıldan beri tektir! Çıkış yolu dünyayı bölmek değil, insanlığın bildiği ve paylaştığı şeyler adına zafer kazanan küresel güçlerin ve deneyimlerin bir araya gelmesinden geçiyor.