Siyaset bilimi okuyan her öğrenci,ister bilim ister sanat olarak adlandıralım, siyasetin devletle ilgili olduğunu bilir. Siyaset devletin işleri etrafında döner, olanaklarını, zayıf ve güçlü yanlarını inceler. Aynı zamanda koşullar kötüleştiğinde bu koşullara alternatifler önerir veya bunları geliştirmeyi ve onları vatandaşlarının istek ve çıkarları doğrultusunda temsil etmeye daha yakın hale getirmeyi düşünür. Dolayısıyla devlet olmadan siyaset ve siyasi düşünce olmaz, onunla birlikte önceliği bireysel yaşamın korunması ve toplum yaşamının refahı olan pek çok konu da olmaz.
Mağripliler, “mahzen” ve “siba” terimlerini icat ederek Araplar arasında bunu en dakik şekilde ifade edenler olabilirler. Devletin parasının saklandığı mahzen siyasetin, başkanlığın, idarenin ve savunmanın karargâhıdır. Siba ise vergilerin ödenmediği, devletin bulunmadığı, insanların canını, malını çetelere ve eşkıyaları karşı korumak ve savunmak için hiçbir güvenliğin tesis edilmediği yerdir. Siba teriminin dilbilimsel anlamları arasında terk etme, vazgeçme, ihmal, gelişigüzel yürüme veya vizyonsuz gayret ve ilerleme gibi anlamlar yer alır.
Filistinliler de bu kapsamlı evrensel kuralın bir istisnası değil, çünkü onların ulusal faaliyetleri sonuçta halkı sibadan kurtarıp onları mahzene ulaştıracak bir devlet arayışıdır. Bu, dünyadaki herhangi bir halk gibi onlar için de bir haktır ve şu ya da bu aşamada çabalarının taşıdığı geniş başlık ne olursa olsun, onun uğrunda mücadele ettiler ve etmeye devam ediyorlar.
20. yüzyılın başından itibaren bir devletin varlığı ve var olduğu zaman da bu devletin bağımsız olması talebi Arap ulusal politikalarının bir özelliği haline gelmeye başladı. Büyük olasılıkla başlangıç, Mısır'da “Vefd Partisi” ve Saad Zaglul liderliğindeki 1919 devrimiydi ve bu yönelim daha sonra Irak, Suriye, Lübnan, Tunus ve diğer yerlere de yayıldı.
Eğer Arap dünyası 1948'den itibaren vatandaşlarına saygı duyan ve dünya tarafından saygı duyulan adil devletler kurabilseydi, başlatılan ve yürütülen savaşlardan, Filistin adına kurulan ama gidişatları Arap-Arap iç savaşlarına yol açan silahlı örgütlerden kat kat daha fazla Filistinlilere ve onların davalarına yardım edecekleri gibi bir iddiada bulunabiliriz. Zira saygın devletler kaybedilmiş bir meşruiyeti telafi etmek için Filistinlilerden yardım isteme ve davalarını kullanma ihtiyacını ortadan kaldırırdı. Aynı zamanda dünyaya Filistin'de de kopyalanmasını teşvik edeceği cesaret verici bir model sunardı.
Bu gerçeğin en çok farkında olan kişi, işlevi ile Filistin'in tarihiyle ve başta çevre Arap bölgesi olmak üzere dünya tarihiyle tutarlı bir Filistin devletinin kurulmasından her zaman nefret eden Binyamin Netanyahu'dur. Bu da, bilindiği gibi, Batı Şeria ile Gazze Şeridi arasındaki ayrılığın pekişmesini, bazı Gazzeliler arasında, Batı Şeria'dan vazgeçilebileceği, ardından Hamas otoritesi tarafından temsil edilen bu vazgeçişin finanse edilebileceği ya da finansmanına göz yumulabileceği duygusunu güçlendirmeyi amaçlayan politikalarının çoğunu açıklıyor.
Ancak Maşrık (Levant) bölgesinin geçtiğimiz on yıllarda tanık olduğu şey, 1919'da Mısır ile başlayan gidişatın tersine dönmesiydi. Gidişat, saygın ve sakinlerine karşı adil, başarılarından biri Filistinlilerin müzakere pozisyonunu güçlendirmek, dolayısıyla Filistin devletine doğru ilerlemek olacak devletlerin inşası yönünde olmadı. Dediğimiz gibi bunun tam tersi yaşandı; devletlerin içi uzun uzun oyularak boşaltıldı ve Filistin'de 1993'te kurulan devlet benzeri yapı da bundan kaçamadı. Böylece güvenliğe dayanan despot güçler, yolsuzluk, İran'ın ulusal egemenlikleri kemirmesi, patlak veren mezhepsel kimlikler ve maruz kalınan işgaller iş birliği ile devletlerin içini boşalttılar. Bu iç boşaltma sürecinde en öne çıkan başlık ise silahları, paralel ekonomileri, etikleri, sınır ötesi yayılmaları ve devletleri tümüyle inkâr etmeleri ile milislerin yükselişi oldu. Bu çözünme ve gerileme, devletin yerine “millet”i koyma iddiasındaki popülist ve nihilist kültürde her zaman kendisini pekiştirecek bir şey buldu. Oysa millet, gerçekte toplumun birliğine bağlılığı zayıf, dış güçlere güvenerek hegemonyasını güçlendirme isteği güçlü ya da devleti, diğer sınıfları kendisine boyun eğdiren bir sınıfın elinde bir araçtan ibaret olarak sunan sivil bir gruptan başka bir şey değil.
Bu dönüşüm sonucunda Filistin davasının derin anlamı artık bir devlet edinme olmaktan çıktı ve kendisine tam tersi bir anlayış hakim oldu. Yükselen ve sayısız türden popülist yorumların eşlik ettiği eğilim, söz konusu davanın mevcut devletleri derin dengesizlik ve kırılma düzeyinden yok olma ve silinme düzeyine itmek için kullanılmasına evrildi. Öyle ya da böyle bugün Lübnan'da, Suriye'de, Yemen'de, hatta belki Irak ve Ürdün'de bunun bir örneğini görüyoruz. Bu ülkelerin halkları da, mevcut ve devletleri yok etme eğilimine katılan sistemlerden farklı bir sistemden gelseler de, devletlere muhtaçtırlar.
Devlet kendisine tapılmak için yaratılmadığı gibi, güvenliğini sağlamak karşılığında bireyin özgürlüklerini ve haklarını kemiren bir ejderha da değil. Keza insan gelişiminin zirvesi, aklın ve özgürlüğün en yüksek ifadesi ya da herhangi bir gelecekte aşılması imkansız olan ebedi bir veri de değil. Devlet ne Hobbes'un Leviathan'ı ne de Hegel’in Geist'ın ulaşıp yerleşebileceği en yüksek düzeydir. Ancak Filistin ve diğer ülkelerimiz için, varlığı onların reformu için bir zemin oluşturacak ya da onların ötesine geçecek bir devlet olmalı. Arap dünyasında, özellikle de Maşrık’ta, aşırı otoriterlik ve güvenlik üstümüze çökmüş olsa da devlet fazlalığı yok. Yeni bir devlet kurma adı altında mevcut devletleri devirmek ile tehdit eden korkunç bir eksiklik ile karşı karşıyayız.