Gassan Şerbil
Şarku'l Avsat Genel Yayın Yönetmeni
TT

Bir ceset düşleyen adam

Yorgun bir şekilde uyuyor. Bu İsrail'in en acımasız savaşı. Ordularla savaşmak daha kolaydı. Adresleri biliniyor. Kendilerine öldürücü darbe indirilebilir. Havaalanları, radarları vurulabilir, tankları yakılabilir. Topraklarını geri alamadan ateşkes zehrini yudumlamaya zorlanabilirler. Caydırıcılık kapasitesi tamdı. Bu daha önce görülmemiş bir savaş. Uyumadan önce raporlara göz atıyor. Eş-Şifa Tıp Kompleksi ölmeyi reddediyor. Ordu ona boyun eğdirdiğini iddia etti ama o geri dönüp inat ediyor. İçinde ve dışında bir ateş var. Refah savaşından önce pek çok savaş sonuçlandırılmalı.

Sayıları kontrol ediyor. Yüzlerce ölü subay ve askerin yanı sıra binlerce yaralı ve engelli var. Ekonomik kayıplar korkunç ama bu bir var olma savaşı. İsrail'in heybeti nerede? Uganda'nın Entebbe şehrine kadar uzanan, Tunus'ta suikast düzenleyen, Irak nükleer reaktörünü vuran, Tahran'da, Şam'da, Beyrut'ta öldüren uzun eli nerede?

Mesele Hamas'ın tünellerinde tutulan rehinelerin ötesinde. Bunların sayısı orduda öldürülenlerin sayısının altıda birini geçmiyor. Geri dönmeleri gerekli ancak kayıpları telafi etmek veya haklı çıkarmak için yeterli değil. Dahası onlar döndüğü için savaşın durdurulması acı olacaktır. Savaşı durdurmak korkutucu ve acı verici. Bu sadece kurulacak hesap sorma ve soruşturma komiteleri anlamına geliyor. Uzun bir yönetim deneyimi için korkunç bir son. Ona “İsrail Kralı” diyenler için kötü bir son. Biden'ı memnun etmek ve seçilme şansını artırmak için bu zehri içmeyecek. ABD'yi tanıyor. Onun düşmanı olmak ne kadar zor! Onun müttefiki olmak ne kadar sıkıntılı! Avrupalı ​​liderler insan hakları örgütlerinden ve sosyal medyadan korkan korkaklar. “Özgür dünya” artık özgür değil.

Tufan başladığından bu yana Mossad ve Şin Bet yetkililerine her gün aynı soruyu soruyor. Ve her gün hayal kırıklığına uğruyor. Bu tür korkunç bir savaşın yalnızca rehinelerin geri dönmesiyle ve serbest bırakılmalarının aşağılayıcı bedeliyle sonuçlanamayacağını bilmiyorlar. Bu, önemli bir cesedin ele geçirilmesi dışında sonlandırılamayacak büyük bir savaş. O ceset de Tufanı yaratanın ve sembolünün cesedi. Her gece bitkin bir şekilde uyuyor ve Yahya el-Sinvar'ın cesedi rüyalarını süslüyor.

Suikast zengin ve çeşitli bir dünya. Çağın gelişmelerini her zaman özümseyebilen bir sektör. Yapay zekâ çağında hançer eski ve değersiz bir araca dönüştü. Topraklarına el konularak, oradan sürülerek ve yerlerinden sökülüp atılarak bütün bir halka suikast düzenlenebilir. Topraklarına yerleşim yerleri ve yerleşimciler yerleştirme, yerinden etme, açlık ve susuzluk silahları ile öldürülebilir. Nekbe üretimi acımasızlık, azim ve müttefikler gerektiren bir sanattır. Düşmanların parmak izleri, nefesleri ve sesleri takip edilebilir. Çağı hançer ve kurşunlardan İHA’lara taşıdık. Önemli olan yolculuğun uzun çatışma nehri üzerinde yüzecek bir ceset ile bitmesidir.

İki kişiye yer olmadığında bir ceset gerekir. Bir ağaç, kökünü kurutma tehlikesi taşıyan komşusu ile bir arada var olamaz. Varoluş çatışmalarında ya öldüren ya da öldürülensindir. Düşmanınızın cesedi saf altındır. Sizi yatıştırır. Sizi rahatlatır. Size yalvarır. Göğsünüzde bir madalyadır. Özgeçmişinizde ve tarihinizde parlak bir öğedir.

Suikastları o icat etmedi. Bu, İbrani devletinde elli yıldır varlığını sürdüren bir ekol. Eylül 1972'de Kara Eylül örgütü büyük bir darbe indirmişti. Silahlı kişiler Münih Olimpiyatları'nda İsrailli sporcuların kaldığı dairelere baskın düzenlemiş ve İsrail tarafından tutulan mahkumların serbest bırakılması talebiyle İsrail takımının sporcularını rehin almışlardı. Olayın sonu kanlıydı; Alman kurşunlarına başka tür kurşunların karışması sonucu 11 İsrailli sporcu hayatını kaybetmişti. İsrail büyük bir şok yaşamıştı. Güvenlik servisleri Başbakan Golda Meir'e ekte bir plan ile birlikte bir rapor sunmuşlardı. Golda tereddüt ettikten sonra, Münih saldırısı ile bağlantısı olan herkesin öldürülmesini gerektiren "Tanrı'nın Gazabı" planını onaylamıştı. Böylece dünya, Beyrut'tan Avrupa'nın birçok başkentine uzanan en uzun suikast serisine tanık olmuştu. O günden itibaren suikastlar için bir kural oluştu; İsrail'in en önde gelen düşmanlarının cesetleri her zaman başbakanın imzasını taşır.

Suikast suçlarını ve imzalarını sıralayacak kadar yerimiz yok. Birkaç örnek yeterli; Beyrut'ta Kemal Advan, Ebu Yusuf en-Neccar ve Kemal Nasır'ın cesetleri, infazı gerçekleştiren Ehud Barak adında bir subay olmasına rağmen, Meir'in imzasını taşıyordu. Fetih liderlerinden ve kurucularından biri olan Halil el-Vezir “Ebu Cihad”ın cesedi, İzak Şamir'in imzasını taşıyordu. Daha sonra, cesedi Şamir'in imzasını taşıyan Hizbullah Genel Sekreteri Abbas el Musavi'ye suikast emrini Genelkurmay Başkanı olarak Barak verecekti. Filistin'deki “İslami Cihat” hareketinin kurucusu ve Genel Sekreteri Fethi el-Şikaki’nin cesedinde İzak Rabin'in imzası bulunuyordu. Hamas'ın kurucusu Ahmed Yasin, halefi Abdulaziz er-Rantisi ve el-Kassam Generali Salah Şehade'nin cesetleri, Ariel Şaron'un imzasını taşıyordu. Hizbullah'ın önde gelen liderlerinden İmad Muğniye'nin cesedinin yanı sıra İranlı nükleer bilim adamlarının cesetleri, Ehud Olmert'in imzasını taşıyordu. Hamas’ın patlayıcı mühendisi Yahya Ayyaş'ın cesedi, Şimon Peres'in imzasını taşıyordu.

Binyamin Netanyahu'nun imzasını taşıyan cesetler de var; Mahmud el-Mebhuh, Ahmed el-Cabari, Salih el-Aruri ve Mervan İsa. Bugün İsrail başbakanları arasında en uzun süre iktidarda kalan kişi, büyük ve önemli bir cesede ölümcül bir ihtiyaç duyuyor.

Bazen Filistin bölünmesinin kazanımları üzerine bahse girse de Netanyahu'nun Hamas ile eski bir hesabı var. 1997'de başbakan iken masasına Hamas lideri Halid Meşal'e Amman'da suikast düzenlenmesi önerisi gelmişti. Karar zordu; iki ülke arasında barış anlaşması vardı. Mossad, bomba ve silah kullanımı seçeneklerini dışlamıştı. Ölümcül bir zehir karışımı hazırlamıştı. Bir Mossad üyesi Meşal'i zehirledi, ancak iki fail Ürdün güvenlik güçlerinin eline geçti. Kral Hüseyin bu eylemi bir hakaret olarak değerlendirdi ve barış anlaşmasını gözden geçirmekle tehdit etti. Washington müdahale etti ve Netanyahu'dan, zehrin Meşal'in vücuduna yayılmasını önleyecek panzehiri Mossad'ın derhal göndermesini istedi, öyle de oldu. Ürdün Kralı sadece Meşal'i kurtarmakla kalmadı, aynı zamanda daha sonra Şaron’un suikast emrini imzalayacağı Ahmed Yasin'in serbest bırakılması konusunda da ısrar etti.

Netanyahu şimdi Yahya Sinvar'ın cesedini düşlüyor. Bu ceset onun zafer kazandığını iddia etmesini sağlayabilir. Ve belki de savaşı durdurabilir. İsrail'in elinin, Tufan’ı başlatana da uzandığı söylenebilir. İntikam almak isteyen kişiye, nehir kıyısında oturup düşmanının cesedini beklemesini tavsiye eden Çin özlü sözünü uygulayamaz. O hatalarını ve kusurlarını örtmek için düşmanının cesedini şimdi istiyor. İsrail denilen devletin kırılganlığını örtbas etmek için onu istiyor. Öğrenmeyi reddediyor. Cesetlerin ve üzerlerindeki imzaların çokluğu, bir suikast sonucu doğmuş gibi görünen devlete güvenlik getirmedi. Ceset siyaseti, birçok ceset vaat ediyor.