ABD'nin yumuşak gücünden ve uluslararası politikada başarılı olma yeteneğinden bahsetmek artık ironik bir başlık haline geldi. Söz konusu başlık, eski ABD Başkanı Bill Clinton döneminde Savunma Bakan Yardımcısı olan Joseph Nye tarafından önerilmişti. Nye'ın 1990 tarihli kitabı, savunma politikasında bile atıfta bulunulan bir isim olmasının nedenlerinden biri olabilir. 1991 yılında Sovyetler Birliği'nin çöküşü ABD politikası için büyük bir başarı anlamına gelirken, yeni Rusya'nın Demir Perde'ye geri dönmemesi için onunla anlaşılması gerektiği vurgulanıyordu. ABD’lilerin Oslo Anlaşmaları’na katılarak ve Madrid'de barış görüşmeleri yaparak susturmaya çalıştığı Irak Savaşı’nın da gösterdiği gibi, önerilen bu politika izlendi. Ancak yumuşak güç, 2001 yılında ABD'ye yapılan El Kaide saldırısına dayanamadı. Afganistan ve Irak savaşları, söylendiği gibi sert güç kullanımının örnekleriydi. Yumuşak gücün birden fazla çıkışı ya da politikası varken, sert gücün genellikle sadece bir ya da iki çıkışı vardır: Ya boykot ve abluka ya da savaş!
Sovyetler Birliği'nin çöküşü, ABD'nin yumuşak gücünün başarısının bir kanıtı olarak kabul edilemez, ancak pek çok kişi bunu böyle değerlendirdi. Sovyetler Birliği'nin çöküşü, Yahudi-Hıristiyan Batı medeniyetinin üstünlüğünün ve Müslümanların önünde durmadığı medeni dünyanın geleceğinin kanıtı haline geldiğinde bunun ötesine geçtiler. Ancak burada önemli olan, her iki savaşın da hedeflerine ulaşmada başarısız olması, muazzam insan ve sivil kayıplara yol açması ve ABD'nin dünyadaki itibarını yerle bir etmesidir.
Joseph Nye, Afganistan ve Irak savaşlarının ardından 2004 yılında Yumuşak Güç'ün devamını yayınlamak üzere geri döndüğünde, iflah olmaz bir umutla ABD devletinin Afganistan ve Irak'ta demokratik rejimler kurmayı başaracağını umuyordu! Aslında Afganistan ve Irak'taki Amerikan projeleri başarılı olmadı, olamazdı da. Bernard Lewis 2008 yılında ortaya koyduğu bir tezde bunu öngörmüştü. Umman'da konferans vermek üzere davet edildi, ben de orada kendisiyle konuştum. ABD’lilerin başarısız olacağını, onların kötü sömürgeciler olduğunun bilindiğini, çünkü işgalci olmalarına rağmen özgürleştirme ve demokrasi bahanesiyle geldiklerini ve bu yüzden iki ya da üç yıllık coşkudan sonra başarısız olarak çıktıklarını söylemişti!
Tüm bunlardan sonra ABD'nin yumuşak gücünün cazibesinden bahsetmek mümkün mü? Aslında 2001'den sonra ABD her yere sert güçle müdahale etti. Arap ve İslami çevrelerde köktendinci aktörler içeride kışkırtılıyor; Amerikalılar ve içerideki diğer taraflarla savaşlar patlak veriyor. Irak ve Suriye'de İranlılar ve Türkler devreye girdi; savaşlar Amerikalılar ve Rusların da dahil olduğu uluslararası bir hal aldı. Afganlara gelince, uzun bir müzakereden sonra ABD’lileri zorla çıkardılar. Irak hükümeti ABD’lilerin tahliyesini müzakere ediyor ve gizli kalmalarını istiyor. Suriye'de ise oyun çok karmaşık: ABD’liler terörle mücadele için geldiler ama şimdi Kürtleri korumakla ve zaman zaman DEAŞ'la çatışmakla yetiniyorlar. Kimse ABD ile ittifak ilan etmek istemiyor ve zaten kimse ABD'ye güvenmiyor. Çünkü politikaları son derece değişken, askeri güçleri bile hızla geri çekiliyor ve anlaşmalar içeride değil, bölgesel veya uluslararası düzeyde yapılıyor.
2021 yılında bir grup ABD’li siyaset bilimi profesörü, yumuşak gücün kaderi üzerine Joseph Nye'ın da katıldığı çalışmalar yayınladı. Bu kez, düpedüz umutsuz olmasalar da kötümserdiler. Ekonomik, askeri, bilimsel ve teknolojik her anlamda bir süper güçler ama başarısızlar, çekici değiller ve üstün askeri güçlerini kullandıklarında bile kimse onlardan korkmuyor! İşte bu nedenle ‘post-Amerikan dünya’ araştırma ve düşünmeyi hak ediyor. Çünkü küresel sistem başarısız olduğunda, kaos ve düzensizliğe düşme korkusuna rağmen başka bir sistem aramak gerekiyor.
Yumuşak ve sert güç arasındaki ikiliğe dair yeni bir Amerikan modelinde ısrar edelim. İsrail'in Gazze savaşında ABD, İsrail'e üstün silahlar ve milyarlarca dolar sağlamanın yanı sıra Hizbullah ve İran'dan Husilere kadar İsrail'in rakipleriyle mücadele etmek için sert güç kullandı. Gazze ve Batı Şeria'daki savaşı durdurma, yardım, liman ve iki devletli çözüm gibi cazip vaatlerle Filistinlilere karşı yumuşak güç kullanmayı denedi. Bazı ABD'li analistlere göre, İsrail'e yapılan askeri yardımın amacı İsrail'in prestijini yeniden tesis ederek barış görüşmelerine başlamasını sağlamaktı. Ama yine de kimse ABD askeri gücünden korkmuyor, ne İran ne de Husiler. Kimse ABD'nin yumuşak güç vaatlerine de inanmıyor. Ama artık tüm dünya ABD'nin ne yapıp ne yapamayacağına bakıyor. Çinliler ve Ruslar savaşın durmasını isteseler de, ABD'nin ne İsrail'e ne de Husilere karşı yapamadıklarıyla övünüyorlar!
Bir ay önce Nijer ordusu ABD'den askerlerinin Amerikalıların terörle mücadele için kurduğu üsten ayrılmasını istedi. Bir hafta önce de Rus askeri personelinin, belki de Amerikalıların çekilirken üssü tahrip etmelerini önlemek için, Amerikalılar çekilmeden önce üsse girdiği bildirildi. Nijer'de Amerikalıların başına gelenler, darbelerin Fransa ve ardından Amerikalılarla ilişkilerini sona erdirdiği diğer dört Afrika ülkesinde de onların ve Fransızların başına geldi. Nijer'in Fransızlar tarafından işletilen uranyum zenginliklerine sahip olduğu anlaşıldı ve bu zenginlik, daha önce Ruslar ve Sudan'daki Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) ile olduğu gibi şimdi de Rusların gözetimine devrediliyor!
ABD prestijinin düşüşü konusunda hiçbir şüphe yok. Ancak ABD'nin Avrupa, Orta ve Güney Amerika, Pasifik ve Çin Denizi'ndeki dünyası kesinlikle sona ermiş değil. Çin'in bulunduğu bu bölgelerde bir çatışma öngörmek zor. Peki yirmi yıl ya da daha uzun bir süredir prestij, karizma ya da yumuşak güçteki bu düşüş neden? Bazıları bunu keskin iç bölünmeye, metal yorgunluğuna ya da ABD'nin müttefiklerinin artık çatışmayı göze alamamasına bağlıyor. Ancak her halükârda İsrail şu anki meydan okuma olmaya devam ediyor. Eğer savaş devam ederse, İsrailliler Gazze Şeridi'ni işgal etse de etmese de ABD'nin Arap müttefikleri nezdindeki itibarının zarar görmesi bekleniyor.