Abdurrahman Şalkam
TT

Arapların düşmanı kim?

Mısır ile İsrail arasındaki Yıpratma Savaşı yıllarında Kahire'de Mesaha Caddesi'nde oturuyordum. İsrail hava saldırıları düzenliyordu, Kanal bölgesi sakinleri tahliye edilmişti ve herkes bilmediği bir şeyi bekliyordu. Kahire Üniversitesi Gazetecilik Bölümü'nden arkadaşım ve meslektaşım, daha sonra da seçkin bir şair olan Hilmi Salim, Mısır güvenlik güçleri tarafından aranıyordu. Bir gün bana “azizim güvenlik güçleri tarafından aranıyorum, hapishane beni bekliyor. Ne dersin?”dedi. Ona “evimiz sana açık, benimle birlikte yaşayan arkadaşım Ali el-Muntasır da seni memnuniyetle kabul edecektir. Biz arkadaşız” diye cevap verdim. Hilmi “Süleyman el-Hakim de takip ediliyor” dedi. Ben “Onun da İskenderiye’ye kaçışını ayarlarız” dedim. Bu girizgahı başlığı Ümmü Gülsüm ile ilgili bir yazımda yapmıştım. Şimdi bu yazıyı yazarken, günler çocukların oynadığı çember oyunu gibi hiç durmadan kendi etrafında dönüyormuş gibi geliyor. Mesaha Caddesi'ndeki dairemde, gelecek vaat eden şair arkadaşım Hilmi Salim ve Libyalı ev arkadaşım, her zaman başarılı olan merhum Dr. Muntasır Kerim Farfar ile birlikte radyodan Ümmü Gülsüm’ü dinliyorduk. O gün söylediği şarkının adı “Ey inlemelerim ile kederlenen” idi. O sırada bizden önce Edebiyat Fakültesi’nden mezun olmuş Libyalı bir konuğumuz ziyaretimize geldi. Şarkıyı duydu ve “baştan çıkarıcılığın ve müstehcenliğin sesini mi dinliyorsunuz?” dedi. Ona “Kim? Ümmü Gülsüm mü öyle?” diye sordum. Konuğumuz Ümmü Gülsüm’ün adını kasıtlı olarak, kötü niyetle Mısır lehçesiyle ve her hecesini uzatarak telaffuz etmişti (Adı bu şekilde söylendiğinde git ve sarımsak ye anlamına geliyor ç.n.). Ardından Ümmü Gülsüm Hanımefendiyi tam anlamıyla hedef tahtasına oturttu. Ziyaretçimiz bir hatip gibi bize Arapların başına gelen tüm askeri yenilgilerden, her alandaki geri kalmışlıktan Doğu’nun Yıldızı’nı sorumlu tuttuğu bir konferans verdi. Ben ve arkadaşım Ali Muntasır çok utandık, şaşırdık, bu tuhaf sürprizin şoku içinde kalakaldık. Utançtan sandalyelerimizde adeta küçüldük. Arkadaşımız Hilmi Salim saçları ile oynayıp Ümmü Gülsüm'ü müstehcen sözlerle hedef alan bu küstah hatibe bakarak yüksek sesle gülmeye başladı. Seçkin bir aydın olarak değerlendirdiğimiz birinden bu tür sözleri ilk kez duyuyorduk. Adeta dilimiz tutulduğu için ne diyeceğimizi bilemiyorduk. Şoktan kolay kolay kurtulamadık; Ümmü Gülsüm mü Arapların birinci ve en büyük düşmanı, Arap milletinin uğradığı tüm yenilgilerin ve geri kalmışlığın sebebiydi?!

Ali Muntasır Ferfar -Allah ona rahmet etsin- yumuşak huylu ve çekingen bir insandı. Konuğa sessizce baktı. Hilmi Salim, konuğun yaşını hesaba katarak ve Mısır güvenlik güçleri tarafından aranan ve bizde saklanan bir misafir olduğunu göz önüne alarak, Mısırlıların şakacılığı ile hemen Mısır şakaları ve esprileri yapmaya başladı. Eski Mısırlı yazar ve politikacıların komik sözlerini ve yorumlarını zikretti. O gün geçip gitti ve onunla birlikte günler geçti. Yıllar sonra Libya elçisi olarak Roma'ya gittim. Orada Doğu Almanya büyükelçisiyle tanıştım. Sanatta geniş bilgi sahibi bir insandı, müzisyen Wagner'e aşıktı. Yaratıcılığından, geçmişinden ve filozof Nietzsche yakın dostluktan düşmanlık ve nefrete uzanan tuhaf ilişkisinden bahsetmekten asla yorulmazdı. Oysa hem Wagner'in hem de Nietzsche'nin Hitler'i nasıl etkilediği ve Nazizmin tohumlarını nasıl ektiği hakkında çok şey söylenmiştir. Büyükelçiye Ümmü Gülsüm’den çokça bahsettim ve ona bazı plaklarını verdim. Kendisi Arapları severdi, medeniyetleri, sanatları, şiirleri ve tarihleri hakkında bilgiliydi. Avrupa'da felsefe, sanat, edebiyat, ekonomi ve politikada kapsamlı bir Rönesans vardı.

Abbasilerin Bağdadı her konuda dünyanın feneriydi. Yunanlılardan, Perslerden ve Romalılardan alabileceği tüm bilim, sanat ve felsefeyi almıştı. Bir tercüme ve yazı fabrikasına dönüşmüştü ve her yerden ilim adamları ve talebeler kendisinde toplanıyordu. Ancak karanlığın darbeleri kendisine de uzanınca, içe kapanma çemberleri daraldığında, zihinler geçmişin tozlarına bulandığında, mezhepçilik ve etnik mezhepçilik yaygınlaştığında, silahlı vahşiler Bağdat'ın ışığını söndürdüler. Yaratıcılık ve güç pınarları kurudu, ışık söndü ve karanlık çöktü.

Karanlığın müjdecileri her zaman ve her mekânda eksik olmazlar. Kıyafetleri ve başlıkları farklı olabilir ama onlar aynıdır. Cephaneleri, gece boyunca ve gün ortasında her kalkınma ve ilerleme ışığı noktasına ve kaldırıcına karşı sıktıkları kurşunlara dönüşen cehalet ve bilgisizliktir.  Bölgemizde sanata, yaratıcılığa, çalışkanlığa karşı yürütülen kampanya on yıllardır, hatta yüzyıllardır durmadı. Ümmü Gülsüm'e “sarımsak” diyenler (ç.n: Gülsüm’ün son hecesi süm Arapçada sarımsak demektir), karanlığın putlarını kutsallaştıran bilgisizliğin önderleridir. Avrupa'da felsefe, edebiyat, endüstri ve bilim senfonilerin, balenin ve operanın ritmiyle gelişti. Verdi, Bach, Wagner, Mozart, Schubert ve diğerlerinin müziği hayatın neşeli dünyasında hâlâ çalıyor. Ümmü Gülsüm uzun süre Araplar arasındaki iletişimi derinleştirmekte sınırsız bir rol oynadı. Sanatsal zevkin gelişmesine katkıda bulundu. İtalyan filozof, romancı ve düşünür Umberto Eco: “İtalyan sanatı ve medyası, İtalya'nın birleştirilmesinde Garibaldi ve Mazzini'den daha büyük bir rol oynadı” demiştir. Ümmü Gülsüm Arapların çoğunu kendisine çekti. Ayda bir akşam yayınlanan konserleri, okyanustan körfeze Arap dünyasının beklediği büyük bir olaydı. Radyonun etrafında toplanır, Ahmed Rami, Abdulvahhap Muhammed, Bayram el-Tunisi, Ahmed Şevki, Ahmed Fethi, Abdullah el-Faysal ve diğer büyük Arap şairlerinin kelimelerinin tadını çıkarırlardı. Ümmü Gülsüm'ün sesi ile şairlerin dizelerini efsanevi bir yaratıcılık evreni haline getiren, gönüllerdeki neşe ışıklarını yakan büyük bestecilerin bestelerini dinlerlerdi. Eşsiz lider sesin karizması ve büyülü, ışıltılı varlığı bize Riyad el-Sunbati, Muhammed Abdulvahhap, Zekeriya Ahmed, Beliğ Hamdi ve Muhammed el-Muci'nin yaratıcılığını hediye etti. Ümmü Gülsüm aynı zamanda düşmana karşı bir direniş gücüydü. Arap ülkeleri ile Avrupa’yı dolaşmış ve buralarda verdiği konserlerin gelirini Mısır ordusuna bağışlamıştı.

Yakın bir zamanda Abdullah en-Nefisi adında bir şahsın, Ümmü Gülsüm’ü Arapların çoğu ile birlikte Mısırlıları da uyuşturan, yenilgilere ve geriliğe neden olan uyuşturucu iğnesine benzettiği bir videosunu izledim. Kendi kendime şunu sordum; bu gördüklerim ve duyduklarım bilgili sayılan, Arapça konuşan ve az da olsa bir kavrayışa sahip birinin ağzından mı dökülüyor? Ümmü Gülsüm, Şairlerin Emiri Ahmed Şevki'nin "Nehc el-Burda" ve "Kalbime Sorun" adlı iki başyapıtını söylediğinde Müslümanları uyuşturuyor muydu, yoksa Efendimiz Hz. Muhammed’i (s.a.v.) mi methediyordu? Hafız İbrahim'in başyapıtı "Mısır Kendi Adına Konuşuyor"u söylerken Mısır'ın ulusal ruhunu biliyor ve onun kadim ve ölümsüz ihtişamının bahçelerini sulamıyor muydu?

Yaratıcı dehasını ona adayan müstesna şair Ahmed Rami, ölümünden sonra Ümmü Gülsüm için yazdığı şiirinde onun sesini şöyle tanımlamıştı

Şarkı söylerkenki güzelliğiyle

Kulakları istila edip hayran bırakan bir melodi

Sesi aşıklarının kalbine sirayet eden

Onu esir alan büyüleyici bir söyleyiş

Karanlık, bir bilgisizlik çukurudur ve deha ile yaratıcılık, karanlığa tapanlar onu görmese bile parlayan bir ışık gibi zamana yayılır. Arapların asıl düşmanı bilgisizliktir.