7 Ekim 2023'te anlaşmasız patlak veren Beşinci Gazze Savaşı'nın başlangıcından bu yana dünyayı ve bölgeyi saran bir şaşkınlık ve hayret halinin yaşandığını kabul etmek gerekir. O gün yaşanan sürpriz elbette bir sebep teşkil ediyor ve olayın daha sonrasında İsrail'in Gazze Şeridi ile Batı Şeria'da Filistinlilere karşı başlattığı şiddet, zulüm ve soykırım savaşı şeklindeki gelişmeler dehşeti daha da artırdı. Ancak olayların akışı zaman içinde gözlemcilerin ve analistlerin kafasını karıştıran bir avuç anlaşılmaz ve çözülmesi zor gizemin de gölgesinde kaldı. Savaşın başlangıç zamanlaması kendisine yönelik değerlendirmelerde bu ikiliği yarattı. Zira İsrailliler, o gün Gazze Şeridi'nde yaşananları, “Holokost” anılarını hatırlatan tarihin başlangıcı olarak gördüler. Caydırıcılık çöktüğü için, onu yeniden tesis etmek için çabalıyorlar. Filistin tarafında ise o gün yaşananlar, onlarca yıldır devam eden işgal, yerleşim, açık alan hapishanelerinde yaşama ve insani sıralamada düşük derecede insan muamelesi görmenin sonucuydu. Ancak bu bir gizem yaratmaz, aksine iki grup arasındaki keskin ve ölümcül çelişkiye işaret eder. Zira gruplardan biri, dünyanın süper gücü ABD'nin yardımı ve Avrupa'nın "Yahudi-İsrail meselesi"nde suçluluk kompleksinden kurtulma arzusu ile en gelişmiş silahlarla donanmış bir devlet kurdu. Diğeri ise tarih bu topraklarda binlerce yıllık varoluşuna tanıklık ederken, halihazırda Batı Şeria ile Gazze Şeridi arasında yaşadığı bölgede bir devlete sahip olamamış dünyanın son halklarından birini temsil ediyor.
Şu anda çatışmadaki birçok belirsiz alanı açıklayabilecek ilk gizem, İran'ın tüm krizdeki rolüyle ilgili ve bu da bizi uluslararası ufuklara, İran ile ABD ve dünyanın geri kalan büyük ülkeleri arasında Tahran’ın nükleer silahlara sahip olması konusunda var olan çatışmaya geri götürüyor. Bunun hikayesi uzun. Obama döneminde Tahran'a yönelik yaptırımların kaldırılmasına karşılık nükleer silah üretimini durdurmayı öngören nükleer anlaşmadan, Trump döneminde anlaşmanın feshedilmesi ve Biden döneminde yeniden anlaşma çabasına kadar uzanıyor. Devam eden savaşın “orkestra”sı, çeşitli sahnelerde muharebeleri yöneten bir “maestro”nun varlığına işaret ediyor ve bunun merkezinde elbette çeşitli aşamalarıyla Gazze’deki harekât alanı yer alıyor. Ancak bu, diğer rolleri engellemiyor; kuzey Filistin’de Hizbullah ile İsrail arasında Gazze savaşının başlangıcından bu yana her gün yaşanan çatışmalar, Haşdi Şabi’nin Suriye, Irak ve Ürdün'deki Amerikan üslerine düzenlediği saldırılar, bütün bunların yanında bir de Yemenli Husi grubunun Kızıldeniz'deki ticari gemileri hedef alarak savaşa dahil olması var.
İran'ın rolü, yalnızca bölgenin İsrail ile Arap normalleşmesinin yeni bir aşamasına girdiği ve "Filistin meselesini" iki devletli çözüm yoluna soktuğu bir dönemde gelen savaşın başlangıcına ilişkin bir açıklama sunmakla kalmıyor. Bunun da ötesinde, savaşın önceki savaşlara göre daha uzun sürmesine ve vahşetine rağmen farklı cephelerin silah, mühimmat veya farklı kalibre ve tipte füze konusunda sıkıntı yaşamıyor gibi görünmesini de açıklıyor.
İkinci gizem ise pek çok kişiye anlaşılmaz görünen ABD-İsrail ilişkileridir. Biden ve kurmaylarının 7 Ekim saldırısının hemen ardından İsrail'e gitmeleri, onlara en gelişmiş iki uçak gemisi, bir nükleer denizaltı ve 3 bin deniz piyadesinin eşlik etmesi, bunlara ilaveten 14 milyar dolardan fazla doğrudan yardım sağlamaya yönelik vaat gibi iki taraf arasındaki ilişkilerin normalliğini ifade eden ilk sahne, ABD’deki Yahudi lobisinin tarihsel gücünü ve Amerikan seçkinlerinin Yahudi devletine olan tanıdık tutkusunu kanıtlayan doğal bir durum gibi görünüyordu. Ancak zamanla ABD'nin, İsrail'in askeri harekâtından ve uluslararası insancıl yasaları ihlal etmesinden duyduğu memnuniyetsizliği dile getirmesi ile ilişki başladığından daha karmaşık hale geldi. Bunu doğrudan iki devletli çözüme ve bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasına dayanan “ertesi gün” hakkında konuşmaya geçiş izledi. Filistinlileri öldüren silahlar akmaya devam etse ve Washington bunlarla birlikte ilave 26 milyar dolarlık bir yardım tahsis etse de dil, söylem ve hedeflerde farklılık oluştu. ABD diğer yandan da tahribat gücü yüksek ve hassas güdümlü mühimmat sevkiyatını kısıtladı. Tüm uluslararası forumlarda İsrail'in pozisyonunu desteklemek, oy vermekten kaçınmak ile İsrail’de bunu reddetme konusunda neredeyse bir fikir birliğinin olduğu Filistinlilerin devlet hakkını onaylamak arasında ve bilhassa Amerikan başkanlık seçimlerinin yaklaştığı bir dönemde Amerikan üniversitelerindeki Filistinlilere destek patlaması sonrasında ilişkilerde bir gizem oluştu.
Üçüncü gizem şu soru etrafında dönüyor: Filistinliler Gazze'de ne yapacak? Sorunun ve kafa karışıklığının kaynağı, İsrail ile savaşın, Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) uluslararası forumlarda Filistin halkının tek meşru temsilcisi olduğu Filistin Siyasi Otoritesi'nde geçmişte yaşananları geçersiz kılmamasıdır. Evet FKÖ, Filistin halkının tek meşru temsilcisi ama yaklaşık 20 yıl boyunca Hamas, Gazze Şeridi'ni kontrol edip hakimiyeti altına aldı ve Filistin Ulusal Otoritesi temsilcilerinin Gazze'de görevlerini yapmalarını engelledi. Hamas, İsrail, Türkiye, İran ve Katar ile savaş ve barış, dış ilişkiler ile ilgili kararların alınmasında Filistin Otoritesi’nin rolünü oynadı. Aslında Hamas, Gazze Şeridi'nde barışçıl çözümleri reddetme ve tabii ki İran ile ilişkiler ve Ramallah'taki Otoriteye duyulan nefret konusunda birleşen bir avuç diğer örgüte liderlik eden tek silahlı güçtü ve halen da öyle. Dünya şu anda Filistin Otoritesi ile Arap ülkelerine, ateşkesin sağlanması ve "ertesi günün" "bugün" olması halinde Gazze'yi yönetmenin bir yolunu aramaları için ısrar ediyor. Aksi takdirde İsrail'in, işgalin sürdürülebilirliğine dayalı çözümü yürürlükte kalacak.