Olup biten inanılmazmış gibi Trump'ın suçlu bulunmasını izlemek için gözler televizyon ekranlarına kilitlendi. Belki de asıl ilgilendiğimiz, suçlu bulunmasının ABD demokrasisi ve dünyadaki özgürlükler üzerindeki etkileridir. Freedom House'un raporuna göre ne yazık ki demokrasi son 17 yılda ciddi bir gerileme yaşıyor ve bunun nedeni de “ideal” Batı modelinin çöküşü. Bu Batılı model, komünist sistemden kurtulduktan sonra Rusları yoksullaştırdı ve yolsuzluğun, toplumsal yıpranmanın diğer ülkelerde yayılmasını hızlandırdı. Buna karşılık örneğin, Çin'de bunun tam aksini yaptı; ekonomik refah ve sosyal güvenliği sağladı, gelenekleri korudu ve böylece Çin rakip bir model haline geldi.
Demokrasiyi gözlemleyenler, onun kendi anavatanı olan ABD'de kabilesel rekabet ve temel ahlaki değerlerin unutulması konusunda ulaştığı noktaya hayret etmekte haklıdırlar. Pek çok kişi bu gerilemeyi demokrasideki bir kusura bağlıyor, o da Platon'un söylediği gibi sıradan insanların kendi yöneticilerini seçmesine olanak tanıması. Platon’a göre halk farkındalıktan yoksun olduğundan kendisini daha güçlü olduğuna inandıranları, dilekler vaat edenleri ama iktidara vardıklarında bunların hiçbirini gerçekleştirmeyenleri seçer. Başka bir deyişle; Platon ve onunla birlikte demokrasi karşıtları, demokrasiyi popülistleri iktidara taşımak olarak görürler. Bir popülistin araçları ise insanları korkutmak, kurumları sorgulamak, gerçek dışı düşmanlar yaratmak, halkı kendisini bu düşmanlara karşı koruyabilecek ve geleceğini güvence altına alabilecek en kudretli kişi olduğu yanılsamasına inandırmaktır.
ABD başkanlık seçimlerinde bunu açıkça görüyoruz; önümüzde birçok suçtan hüküm giymiş bir aday var. Aynı adayın (Donald Trump) başkanlığa ulaşmak için önünde büyük bir fırsat da var. Çünkü kamuoyu yoklamaları, destekçilerinin oranının, kampanyasına bağış yapanların sayısının sürekli arttığını gösteriyor.
Ama soru şu: Neden bu suçlardan hüküm giymişken onu destekliyorlar ve onu kurtarıcı olarak görüyorlar? Nedeni, demokrasinin -Platon'un dediği gibi- filozofun oyu ile cahilin oyunu eşitlemesi ve filozofların az olması nedeniyle insanların en kötüyü seçmesi mi?
Platon, büyük öğretmeni Sokrates’in Atina demokrasisi tarafından katledilmesine büyük acıyla tanık olmuş, bu nedenle iktidarın bilgelere verilmesini ve sıradan halkın seçim sürecinin dışında tutulmasını tavsiye etmiştir. Ancak Platon'un bilgeliği kişisel duygulardan kaynaklanır ve ABD deneyimini yargılamak için uygun değil. Çünkü bu deneyimin sorunlarının bariz sebepleri var ve bunlardan biri de demokratik kurumların gelişmelere ayak uyduramaması. Örneğin, Kongre'de eyaletler, nüfus sayılarındaki farklılıklarına rağmen eşit şekilde temsil ediliyorlar ve bu, bir eyalette yüz seçmen tarafından seçilen birinin, başka bir eyalette bir milyon kişi tarafından seçilen biriyle etki açısından eşit olduğu anlamına geliyor. Bu eşitsizlik demokratik temsili temelinden vuruyor, kararları engelliyor ve küçük bir grubun çıkarlarını büyük bir grubun çıkarlarına üstün kılıyor. Örnek olarak seçim ve finansman yasasını ele alalım. Burada etkin olan seçmen değil, zenginler ve lobilerdir. Bu nedenle Kongre’ye kim seçilirse seçilsin, finansöre ve onun ister şirketler ister siyasi pozisyonlar olsun çıkarlarına öncelik verecektir.
Demokrasi, özünde halka hizmet etmek ve refah seviyesini yükseltmektir. Ancak Amerikalı seçmen ekonomisinin kötüleştiğini hissediyor ve fabrikalarının kapandığını görüyor. Kendisi pahasına seçkinlerin daha da zenginleşmesini izliyor; öyle ki ABD’de yüzde 1'lik kesim orta sınıfın tamamından daha fazlasına sahip iken, düşük ücretli sınıfın servet içinde sahip olduğu pay sadece yüzde 3 oranında. Bu, toplumun parçalanması, adaletin dengesizleşmesi, sınıfçılığın artması ve düşmanlık ruhunun yayılması için tehlikeli bir reçetedir. Böyle bir atmosferde popülist, kitleleri kendisinin kurtarıcı olduğuna ve -filozof Jacques Rousseau'nun fikirlerindeki parlamento gibi- halkın mutlak iradesini temsil ettiğine onları ikna edebilir. Bu, iradeyi temsil ederek yargıya karşı çıkar, seçim sonuçlarını sorgular, meclis ve diğer kurumları bypass eder. Trump’ın, Yargıç Juan Merchan'ı bir zorba, savcıyı da yozlaşmış biri olarak tanımlayıp yargı ve devlet kurumlarının dürüstlüğünü sorgularken yaptığı da tam olarak bu. Trump'ın konuşmalarında demokratik kurumlar artık güçlü ve saygıdeğer olmaktan çıkmış, seçmenler tarafından tartışılır hale gelmiştir; yargıya güven olmadan hiçbir demokrasi büyüyüp gelişemez.
ABD'de gördüğümüz şey tehlikeli; çünkü insanlar geçmişteki Trump ile günümüzdeki Trump'ı karşılaştırma yeteneklerini kaybettiler. Trump, 2017 yılında başkanlık yemini töreninde yaptığı konuşmada, ABD'yi; fabrikaları mezarlık gibi terk edilmiş, sokaklarında suçun yaygın olduğu, çetelerin ve uyuşturucunun popüler olduğu bir ülke olarak tanımlamış ve "ABD’yi yeniden büyük yapalım" sloganı ile seçmenlere ABD’yi dirilteceğinin sözünü vermişti. ABD onun yönetimi döneminde büyük bir başarıya ulaşamadı ama yine de söylemini tekrarlıyor ve sınırlarının katil göçmenlere, dengesiz insanlara ve dünyadaki bazı en aşağılık insanlara açık olduğu, onları yönetenin çok yaşlı olduğu konusunda seçmenlerini korkutuyor. Trump bunu, Biden yönetimi altında ülkenin koşullarının iyileştiğini gösteren rakamlara ve gerçeklere rağmen söylüyor. Peki, insanlar neden hâlâ Trump'ın tarafını tutuyorlar?! Cevap; çünkü kızgınlar ve seçkinlerinin alın terlerini çaldığını, kurumların kendilerine karşı olduğunu, topraklarına gelen yabancıların işlerini ellerinden aldığını düşünüyorlar ve geleceklerini kasvetli görüyorlar. ABD’de merkezilik ortadan kalktı ve yerini kabilecilik aldı; ya bizimlesin ya da bize karşı.
ABD'nin iki seçeneği var; Trump'ı seçmek ve onunla birlikte demokrasinin şekli demokrasiye dönüşmesine ve dünyanın tehlikeli bir aşamaya girmesine yol açmak ya da Biden'ı seçmek ve böylece demokrasinin nefes almasını ve dünyanın çok değil, biraz rahatlamasını sağlamak.