Hasan Ebu Talib
TT

Batı Şeria ve sonsuz riskler

Batı Şeria'daki olayların ciddiyeti ve yoğunluğu Gazze Şeridi'nde yaşananlardan daha az değil. Her iki bölgede de Filistinlilerin yaşamlarını mahvetmeye yönelik İsrail'in uzun yıllardır sürdürdüğü, mevcut en radikal ve şiddet yanlısı İsrail hükümeti döneminde daha da derinleşen, geçtiğimiz 7 Ekim’den itibaren ivmesi artan sistematik planının, Filistinlileri topraklarından kovmayı hedeflediği kimse için sır değil. Mesele artık propaganda amaçlı söylenen sözler olmaktan çıkıp, tuhaf bir sessizliğe bürünen tüm dünyanın gözü önünde uygulanan bir politikaya dönüştü. Savaş hükümeti, bu evrende hiç kimsenin Filistinlilerin kovulması ve yerleşim yerlerinin genişletilmesinden oluşan iki bölümü ile planlananları durduramayacağına dair benzeri görülmemiş bir güvenle hareket ediyor. Bu konuda nehirden denize kadar işgal altındaki Filistin'in tamamının iki millete veya iki halka yetmeyeceğine, sadece kendisini insanlığın geri kalanından üstün, seçilmiş halk olarak gören tek bir halka yeteceğine dair katı Siyonist inanca dayanıyor.

İşgal ordusunun veya işgal ordusunun koruması ve gözetimi altında barbar yerleşimci sürülerinin, birçok Filistin köyü ve beldesine saldırmadıkları tek bir gün bile geçmiyor. Saldırıların oranı günde 3 saldırıdan günde 7 saldırıya çıktı ve hatta bazı günlerde sayı daha da artıyor. Toprak sahibi çiftçilerin zeytin hasadı yapması engelleniyor, hayvanları ve malları gasp ediliyor, buna öldürme, vandalizm, kovma ve keyfi tutuklamalar da dahil. Ayrıca güvenlik kontrol noktalarının sayısı 750'nin üzerine çıkarılarak Batı Şeria’da bağlantı kesildi, şehirler ve köyler arasındaki iletişim engellendi.

Özellikle Cenin ve Tulkarm kamplarında gençlerin oluşturduğu gruplar ile işgal güçleri ve yerleşimciler arasında bazı çatışmaların yaşandığı doğru ve bu, ezilenler arasında koşullar ne olursa olsun direnmenin önemine olan duyulan inancı yansıtıp meşru öfkeyi somutlaştırıyor, ama sonuçta genel durumda büyük değişikliklere yol açmıyor. Bilhassa Filistin Ulusal Otoritesinin kötüleşen ekonomik ve güvenlik performansı gölgesinde, bu korkunç saldırının durdurulmasına engel olamıyor.

On yıl önce Uluslararası Kriz Grubu, Gazze Şeridi'nde olup bitenlere ilişkin bir analiz sunmuş ve bu analizde birçok Filistinlinin Otoriteye ve onun kurumlarına olan güvenini kaybetmesine yol açan bir dizi neden tespit etmişti. Bunların arasında uluslararası standartlara göre yönetilen bir devletin önünü açması gereken kurumların zayıf performansı da vardı, zira bu, belediye başkanlarının ve aşiretlerine dayanan figürlerin bulundukları bölgeler üzerinde nüfuz sahibi olmalarına yol açtı. Bazı yetkililerin yıllardır görevlerinde kalmalarına ve bu durumu değişmeden sürdürme konusunda gayret etmelerine neden oldu. El-Fetih hareketi içindeki kanatlar arasında çatışmalar ile sonuçlandı. Kanatlardan bazıları, ne on yıl önce ufukta görünen ne de belki önümüzdeki bir on yıl boyunca daha görünmeyecek Filistin devleti müzakerelerinde, diğer tarafın Otoritenin bir rol oynamasını kabul etmesi umuduyla sessiz ve sakin kalma ilkesine sıkı sıkıya tutunuyor.  

Bu eski bir analiz ama hedef alınan Batı Şeria'da olup bitenlerin çoğunu anlamak açısından hâlâ geçerli. Kamuoyunun kurumlara, özellikle de üst düzey pozisyonlara olan güvenini kaybetmesi, onları zayıflattığı kadar daha fazla gevşekliğe, zayıflığa ve ilgisizliğe de yol açıyor. Bu, işgali daha fazla baskı yapmaya, kurumları daha sistemli bir şekilde zayıflatmaya iten bir sonuçtur. İşgal hükümetinin geçtiğimiz kasım ayından bu yana aldığı kararlarda da bunu görüyoruz. Bu kararlardan biri de İsrail'in Otorite adına tahsil ettiği gümrük vergilerinden oluşan mali transferleri durdurması, sonra kesinti yapılmasına izin vermesi, Filistin terörünü desteklediği bahanesiyle gümrük gelirlerinden büyük ödenekler kesmesi ve sonunda da mali transferleri tamamen durdurmasıdır. Otoritenin bu parayı geri almasına yardımcı olacak pek fazla aracı yok gibi görünüyor ki bu da, özellikle her zamankinden daha gerekli görünen reformların yokluğunun gölgesinde, Batı Şeria'nın tamamı için ekonomik krizin etkisini artırıyor. Ezilenler ile her zamankinden daha aldatıcı bir sessiz ve sakin kalma haliyle ilgilenen Otoritenin figürleri arasındaki mevcut uçurumu derinleştiriyor.

İsrail Savunma Bakanı'nın, İsrailli olan ile Filistinli olanı ayırmak için pek çok yerleşim yerinin yasal meşruiyetini ortadan kaldıran, 2005 yılında alınmış bir önceki kararı iptal etme kararına dayanarak, Siyonist yerleşim birimleri kurmaya yönelik benzeri görülmemiş gayret ve coşku ile birlikte sorun daha da kötüleşiyor. Artık bu yerleşim yerlerinin geri alınması yasal bir meseleye dönüştü ve Filistin topraklarının ilhakı ve gaspı olağan hale geldi.

Otoritenin çökme ve yok olma noktasına varacak kadar zayıflaması ve kontrolsüz yerleşim yeri inşasının önünün açılması, iç güvenlik servisi Şin Bet’in bazı analistlerini de kısmen endişelendirmeye başladı. Savaş hükümetine verdikleri son tavsiyeye göre, Filistin Otoritesinin çöküşü, tam bir kaos, Gazze Şeridi'nde ve Hizbullah ile kuzey sınırında yaşananlardan daha tehlikeli bir cephe anlamına geliyor. Bazıları da meseleye farklı bakıyorlar; bunlara göre Otoritenin çöküşü Batı Şeria'nın tamamında açık işgalin geri dönüşü demek. Bu sadece iki devletli çözüm olarak bilinen çözümün değil, aynı zamanda sadece Yahudilere ait bir devlet fikrinin de sona ermesi anlamına geliyor. Büyük acılara ve büyük fedakarlıklara rağmen Filistinlilerin topraklarına bağlılığı bugün ve gelecekte belirleyici faktör olmaya devam ediyor. Bir zamanlar Apartheid rejimi ile yönetilen ve birlik, amansız mücadele ile bu rejimden kurtulan Güney Afrika'da olduğu gibi, Filistin toplumunun tüm bileşenlerinin de farklı bir mücadele aşamasına hazır olmaları gerekli bir şart.