Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Görmediğimiz modernizm

Ünlü bir şair ve yazar olan dostum Muhammed el-Haraz, modernist ve gelenekçi sınıflandırmasıyla ilgili tartışmalarda ele alınanlara şüpheyle yaklaşıyor. Avrupa'da yaygın olan sınıflandırmanın modernistler ve anti-modernistler arasında ayrım yapmak için bir kriter olarak kullanılmaması gerektiğini ifade ediyor. Bunun yanında bir kişinin modernizmi açıkça ve alenen benimsemesinin kolay olmadığını, çünkü toplumumuzun bu yaklaşıma ve onu benimseyenlere karşı halen şüpheyle yaklaştığını savunuyor. Nihayetinde Haraz, bir fikir ortaya koymaktan ziyade, bence pek çok yazar ve düşünürün şu ya da bu zamanda tecrübe ettiği ya da dile getirdiği bir endişeyi dile getiriyor. Tanınmış akademisyen Dr. Hasan en-Nuami, aklın, bilginin merkezi ve tek kaynağı olduğu Avrupa'daki durumun aksine, aklın egemenliğini reddetme eğiliminde olan Arap dünyasındaki genel kültürel kalıptan bahsetti. Çağdaş Avrupa kültürü ile enerjisinin çoğunu tarih deneyiminden alan, dengenin akıldan ya da onun saf ürününden ziyade aktarıma dayandıran Arap kültürü arasındaki ayrımın temel kriteri; modernizmin, akıl ve onun dünya üzerindeki hakimiyeti etrafında dönmesidir.

Bir bütün olarak Körfez bölgesinde modernizm ve gelenek arasındaki tartışmada tuhaf olan, en yüksek sesle savunanların yazarlar, en yüksek sesle karşı çıkanların ise şeyhler olmasıdır. ‘Tuhaf’ diyorum çünkü modernizmin özünü oluşturan değerler ve ilkeler, toplum hayatının her alanına yayılmış durumdayken yazarlar modernizmin normatif (düzgüsel) değerlerinden ziyade modern edebi ‘biçimlerine’ odaklanıyor.

Modernist yazarların çoğunun bu konunun farkında olduğunu varsayıyorum. Toplumumuz, değerleri, ilkeleri ve yaşam tezahürleriyle birlikte, istikrarlı ve ısrarlı bir şekilde modernizme doğru yol alıyor. Bu konuyu örneklemek için eğitim, sağlık ve ticaret alanlarında yaşanan dönüşüme değineceğim. Bu alanlar, işgücünü ve sermaye hareketini çektikleri ve bireylerin zihinsel meşguliyetlerini yönlendirdikleri için ülkemizde ve diğer ülkelerde günlük sosyal hareketliliğin yaklaşık üçte ikisini kapsıyor. Bunlar günümüzde geleneksel değerlerden uzak, daha çok modern değerleri temsil eden ve arzulayan alanlardır. Pek çok kişi bahsi geçen alanları olgunlaşan modernizmin vücut bulmuş hali olarak görmeyebilir, ama gerçeklere sadık kalmak istiyorsak, geleneksel çemberin içinde kategorize edilemeyeceklerinden oldukça eminim.

Örneğin, insanların hayatlarının etrafında döndüğü başlıca eksenlere bir bakın; sizce bunlar modernite çağına mı yoksa gelenek çağına mı ait? Bankalar sermaye hareketinin merkezi değil mi? Sonra insanların hastalandıklarında yaptıklarına bir bakın; cinlere, büyüye, efsanelere mi başvuruyorlar yoksa doktora mı gidiyorlar? İlk seçeneğe başvuranlar olduğu doğru olsa da Suudi Arabistan Sağlık Bakanlığı’nın bir yıl içinde hastanelere ve kliniklere başvuranların sayısına ilişkin istatistiklerine baktığınızda neredeyse herkesin tedavi için modern yöntemleri tercih ettiğini göreceksiniz. Aynı durum eğitim ve tüm yaşam alanları için de geçerli.

Modernizmin Suudi Arabistan toplumunda ve genel olarak Körfez toplumlarında var olduğunu ya da olmadığını söylemek için modernitenin edebi ifadelerle sınırlı olmadığını söylemeye çalışıyorum. Modernizm, aklı ve bilimi bilginin yegane kaynağı ve neyin doğru neyin yanlış olduğunu ayırt etmenin ölçütü olarak benimseyen bir yaşam biçimidir. Bu yaşam biçimi, Sözlü olarak ifade edilen kavramlarda ya da insanların takip ettikleri ve bağlı kaldıkları yaşam tarzlarında ve modernizm ya da onun tanımları olarak adlandırmasalar bile bunların gerektirdiklerinde somut hale gelebilir.

İki kutbu olan modernizm, dünyadaki baskın güç olarak aklın etrafında döner. Sabit uçları olan bir sistem değil, gelişim ve dönüşüm için açık uçları olan bir projedir. Her bir aşamaya ulaştığında yeni yollar ortaya çıkar. Bu yüzden belirli bir toplumun (örneğin Batı toplumunun) mevcut düzeyi, diğer toplumların kıyaslanabileceği nihai bir ölçüt olarak görülmemeli. Asıl önemli olan Dr. Hasan en-Nuami’nin bir konuşmasında bahsettiği aklın merkeziliği ve neyin kabul edilip neyin reddedileceğinin tek ölçütünün aklın çıktısı olduğu gerçeğidir. Öyle ya da böyle bazı çekinceleri kabul etsek bile bundan uzak olduğumuzu düşünmüyorum.