Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

Bölgesel koşullar ve endişeler

Son günlerde Amerikalıların ve Siyonist varlığın bazı yetkililerinin Gazze'de yakında ateşkes ilan edileceği sözünü verdiklerini duyduğumda ve onlarla aynı fikirde olduğumuzda, bunu onlara inandığımız için mi yoksa sadece ölümlerin durmasını istediğimiz için mi yaptığımızı merak ediyorum. Aslında savaşın dehşeti, istikrarsızlık ve bilinmeyen bir geleceğin sonucu olarak halklarımıza hâkim olan bu terör sadece Filistin'le sınırlı değil, birçok ülke ve bölgeye yayılmış durumda. Birçok durumda endişeye ve bazen de şiddetli kaygıya neden olan bazı olgu ve tezahürlerden bahsedelim:

İlk vaka: Harabeye dönmüş Gazze Şeridi ve eğer olursa ateşkes sonrasında Gazze Şeridi halkını nelerin beklediği. Gazzelilerin kaderleri hakkında korkuları var: ‘Gazze Şeridi'ni kim yönetecek, yardım ve yeniden inşayı kim sağlayacak? Tüm bunlar olurken Hamas'a ne oluyor ya da olacak?’ Mesele, sürekli Hamas'ı yok etmekten bahseden Netanyahu'ya inat Hamas'ın hayatta kalmasını sağlamak değil; daha ziyade, felaket gerçekleştikten sonra Hamas'ın yurtdışındaki liderliğinin nasıl davranacağı. Acaba Hamas, 2007 yılında ele geçirdiği güçten vazgeçecek mi? Nispeten uzakta olan bizler neredeyse umutsuzluğa kapılıyoruz. Peki ya pek kaygı duymayan, sadece ölülerini saymakla ilgilenen ve işgalcilerin emirlerine göre bir yerden bir yere giden Gazzeliler, kaçmak bile imkânsız hale gelmişken nasıl düşünüyorlar? Gazzeliler yarını ya da yarından sonraki günü tahmin etme lüksüne nereden sahipler? Sudanlılar da Gazzeliler gibi, çocuk bile olsalar öldürülmekten kurtulamadan bir yerden bir yere koşar hale geldiler!

İkinci vaka ise göğüslerde, yanaklarda ve boğazlarda biriken hoşnutsuzluk ve öfke dalgasıdır. Bu dalga, durumu değiştirememek ile Gazze'yi ya da diğerlerini desteklememeyi kınamak arasında kalan ellerde kendini göstermek üzere. Filistin, Suriye, Irak, Libya ya da Sudan halklarına karşı yürütülen savaş, çeşitli biçimleriyle, her şeyden önce istikrarı dayatamayan ulusal yönetimleri tehdit ediyor. Bu da seçenekler, olasılıklar ve alternatifler hakkında gerçek bir düşünme yeteneği olmadan, gelecekle ilgili umutsuzluk, inkâr ve endişe dalgalarını çağırıyor.

Üçüncü vaka: Bölünmüş uluslararası aktörler şu ya da bu kararı uygulamakta ısrar ediyor ama bunu yapamıyorlar. Gerçekte ise Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi'nin rutin toplantıları oluyor, elçiler birbirini izleyen yıllar boyunca raporlarını sunuyor ve bu toplantılar genellikle herhangi bir yönde ilerleme kaydedilmeden elçinin istifası ya da değiştirilmesiyle sona eriyor. Örneğin Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi’ne Suriye'deki yaptırım rejimine alternatifler düşünmesi gerektiğini, zira on beş yıldır bu yaptırımların Suriye halkı için sefaletten başka bir şey getirmediğini söylediğinde iyimserdim. Suriye için söylenebilecekler Lübnan, Libya ve Yemen için de söylenebilir. Lübnan'da, ne İsrail'in ne de Hizbullah'ın saygı duyduğu 1701 sayılı BM kararının uygulanması konusunda BM Güvenlik Konseyi'nde her yıl yaşanan çekişmeler ve Lübnan hükümetinin bu gerçeği protesto etmekten bile aciz kalması, nihayetinde İsrail'i ya da Hizbullah'ı caydıramadan ya da sınırın her iki tarafındaki sivil halkı koruyamadan Güney Lübnan'daki uluslararası güçleri yenilemektedir. Yemen örneğinde de Husilerin bu kararlara uymayarak bölgesel ve küresel güvenliği tehdit eder hale gelmesinin ardından uluslararası kararların hiçbir etkisi kalmadı. Libya'da uluslararası ve bölgesel temsilciler sekiz ya da dokuz kez değişti ve hiçbir ilerleme kaydedilmedi.

Dördüncü vaka: Bölgesel aktörler, ülkelerin güvenliğini tehdit etmek amacıyla bazen kazanç sağlamak, bazen de sadece zarar vermek ve sabotaj amacıyla uyuşturucuya, silah kaçakçılığına veya hava saldırılarına başvuruyor.

Beşinci vaka: DEAŞ'ın Suriye, Irak ve Sahel'de yeniden dirilmesi. Bu durum sivil halkın daha fazla acı çekmesine ve güvenlik kurumları ile teröristlerin devlet güçleri ile DEAŞ arasındaki temas alanlarında vatandaşlara saldırmasına yol açıyor.

Bunlar, gelecek için endişe ve korku yaratan dengesizlik olguları ve tezahürlerinden bazılarıdır. Bunları ele almanın ya da insanların bunların devam etmesi veya şiddetlenmesine ilişkin endişelerini dinlemenin bir yolu yoktur.

Tedavisi olmayan umudun kanıtı, başarısızlığının üstesinden gelmek için halen ulusal devlet deneyimini yenilemekte ısrar etmemizdir. İnsanlar devlet olmadan nereye gidecekler? Özellikle de hepsi Avrupa'ya sığınamayacağına göre!