1975 yılında Lübnan'da iç savaş başladı. Mermilerin ve topların savaşta en merhametli şeyler olduğunu ve yırtıcı canavarların aşağılık doğalardan daha nazik olduğunu hemen keşfettik.
Oturup Lübnan'a en uzak göç noktasının neresi olacağını düşünmeye başladım ve bunun yeterli olmadığını keşfettim. Sevgili yurttaşlarım benden önce Eskimoların ülkesine bile gitmişlerdi. Bunların en ünlüsü, Yellowknife’da adı Peter Baker olan Muhammed Habbaz'dı. O ve misafirleri hayatını Arktik balıkları yiyerek geçirdi, ancak Kanada devleti onu ve beyaz geceler, sonsuz buzullar diyarında yaşamak için gösterdiği direnci onurlandırıp, kendisini Senato üyesi olarak atadığında, denizden olmayan yiyecek türleri ile de tanışmış olmalı. Eski adı Muhammed Habbaz olan Senatör Peter Baker, buzul çağını halkına, dev ayılarına ve balıklarına bırakarak başkent Ottawa'ya taşındı.
Lübnan'da depresyonda ve hayal kırıklığı içindeydim, psikolojik durumum daha da kötüleşti ve artık gitmekten başka bir şey istemez oldum. Ama herhangi bir yere değil, Lübnanlıların bulunmadığı bir yere gitmek istiyordum. Peki ama ey Sedir ülkesinin evladı, vatandaşlarının ulaşamadığı bir ülkeyi sana nereden bulacağız? Senin Michigan'da ve Brezilya'da kuzenlerin var. Buenos Aires'te annenin sakladığı fotoğrafa göre çok güzel, daha sonra Senatör Peter olan Bay Baker'ın yaşadığı kutbun karşı kıyısında “kaderinin” peşinden giden bir kız olan teyzen var.
Arjantin’i hiç düşünmedim. Dünyanın bir ucunda olduğu doğru ama Lübnanlılarla dolu. Oysa şimdi benim, hasta ruhların, maskeli katillerin, komşularını jurnalleyen komşuların, sadist benliği savaşın ve dedikodunun iğrençliğinden zevk alan kıskançların neden olduğu travmadan (iyileşmek değil) kurtulduktan sonra, psikolojik olarak iyileşmem için sanatoryum gibi bir şeye ihtiyacım vardı.
Savaş zamanında bazı arkadaşlar sevinçle maskelerini çıkarıp, savaşı kutlamaya başlamışlardı. İnsan gerçek cehennemin burada olduğunu keşfetmemiş olmayı ne kadar isterdi! Sartre, kaç kere defalarca “cehennem başkalarıdır” demişti. Bu tür varlıklardan arınmış bir yalnızlık yeri ararken ne kadar kasvetli ve üzgündüm! Lafı uzatıp sizi daha fazla sıkmayacağım.
Bir gün yine ararken bu dileğimi gerçekleştirecek yer ile tesadüfen karşılaştım ve bağırdım: “Portica. Portica. Buldum. Buldum. Grönland. Dünyanın en büyük ve en az nüfuslu adası. Sıcak mı, hiç sıcak değil. Fayrouz'un (Feyruz) “Kar yağıyor, kar yağıyor, dünya kar yağdırıyor” şarkısında olduğu gibi kar ve buzuldan başka bir şey yok. Ren geyikleri dışında ıssız bir kutup. Aradığımı buldum!"
Geriye kalan tek şey, seyahat acılarının büyük taşıyıcısına benim için mutlu olan bu haberi iletmekti. Ama bu mutlu haberi ona nasıl iletecektim? Haritada Grönland denen bir yere göç edeceğimizi ona nasıl açıklayacaktım?
Her zamanki gibi hiç şaşırmadı: "Bize uygun olduğundan emin misin ve Beyrut'ta konsolosluğu var mı” diye sordu. Tüm cevaplarım olumsuzdu. Yine de itiraz etmedi. Psikolojik durumumun Peter Baker'ın ülkesi Grönland kadar uzak bir şeye ihtiyacı olduğunun farkındaydı.