Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

Çatışan çıkarlar mı yoksa çelişen değerler mi?

Gazze savaşının patlak vermesiyle birlikte hepimiz üç dosyanın alevlenmesini bekliyorduk: Din dosyası, ahlak ya da değerler dosyası ve uluslararası ilişkiler dosyası. Din dosyasında reformistler, Yahudi muhafazakârlar ve köktendinciler yarıştı. İslamcılar, Mescid-i Aksa'nın ele geçirilmesi girişimlerinde, Mescid-i Aksa'yı yıkmak ve yıkıntıları üzerinde Süleyman Mabedi’ni yeniden inşa etmek için bir Yahudi komplosu olduğunu gördüler. Fanatik Yahudiler ise Mescid-i Aksa'yı ele geçirme ya da en azından Müslümanlarla paylaşma çağrısı yaptılar! Her halükârda, her iki tarafın da iddia ettiği gibi savaş dinseldir ya da öyle olmalıdır. Bu, her iki tarafta da tırmanan yeni bir mantıktır ve her iki taraf da ya dini meşruiyetini kanıtlamak ya da diğer tarafı kışkırtmak için kasıtlı olarak sözlü veya fiziksel ‘hatalar’ yapmaktadır.

Hamas'ın savaşı başlatmasıyla İsrail için umut verici bir başlangıç yapan uluslararası ilişkiler dosyası, Gazze'deki vahşet nedeniyle giderek İsrail'in aleyhine dönmeye başladı. Elbette savaşın sona erdirilmesi için ilk çağrı yapanlar Araplar oldu. Ardından Avrupalılar ve daha sonra da Mısır, Katar, Fransa ve Roma'daki toplantılarla savaşın iki tarafı arasında müzakereler düzenlemeye devam eden Amerikalılar geldi. Bu dosyaya uluslararası ilişkiler adını verdik, çünkü Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi'nde ateşkes konusunda birleşmeden önce bir yandan Çinliler ve Ruslar, diğer yandan da ABD ve İngiltere arasında bir bölünme vardı. Bunu uluslararası ve özel insani yardım kuruluşlarının açıklamaları izledi. Sonrasında Uluslararası Adalet Divanı (UAD) ile Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) de devreye girdi.

Ahlak dosyasında ise durum farklı ve bölücü boyutlara ulaşıyor. Arap kamuoyu uluslararası toplumun ahlakı konusunda çok öfkeli; BM Güvenlik Konseyi birkaç ay boyunca ABD ve İngiltere'nin ateşkese karşı çıkması nedeniyle bir karar alamadı (!). Daha sonra bu öfke çifte standartlara, İslam ve Arap nefretine dönüştü ve her geçen gün daha da artıyor. Birkaç gün önce Mısır'daydım ve birçok üniversite profesörü ve medya çalışanının çifte standart ve Batı'nın ikiyüzlülüğü ile ilgili eski temaları yenilediğini okudum ve duydum. Bir sosyoloji profesörü bana Güney Afrika Dışişleri Bakanı olan arkadaşının ve ailesinin Gazze savaşından önce Müslüman olduklarını, çünkü babasıyla birlikte apartheid deneyiminin tarihini ve siyah oldukları için evlerine sebepsiz yere nasıl el konulduğunu yeniden hatırladıklarını söyledi! Önemli olan, Batı'yı lanetleme ve çöküşünü öngörme dalgasının solda ya da sağda hiç kimseyi etkilememiş olmasıdır. Batılı yazarlar için ahlaki çürüme, çöküş ya da yozlaşmada rol oynamaz; bunlar iki farklı şeydir. Batı'yı kendisine ve dünyaya karşı bir komplo olarak gören entelektüel ‘madun’ akım hakkında yazmıştım. Bu, her kampanyayı antropoloji, sosyal bilimler ve felsefede sömürgeleştirme kültürünün devam etmesiyle açıklayan radikal bir reddiyeci harekettir ve Rönesans ve Aydınlanma'nın fikir ve eğilimleri de bundan muaf değildir!

Batı'ya yönelik yenilenen sert ağıtların madun hareketinin yaptığına ya da Edward Said'in yaptığına ve İslamcıların bundan faydalandığına benzediğini düşünmüyorum. Aksine, bugünün eğitimli Arapları için bu, 1948'de İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nden sonra olanlara benziyor. Filistin'in gasp edilmesi ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'ni yazan devletler ve entelektüeller tarafından desteklenen İsrail devletinin kurulmasıyla aynı döneme denk geldi. O dönemde Arap entelektüeller onları çifte standart uygulamakla suçlamakta gecikmedi. Filistin meselesi tüm Arapların kalbinde çok derin ve etkilidir. Bu nedenle bugün, Gazze'deki savaş nedeniyle, savaşı durdurmak için acele etmek yerine İsrail'in yanında yer aldıkları için tüm Batı'ya karşı kampanya yürütmeye geri döndüler!

Bunu ilk olarak Gazze etrafındaki dayanışma dalgası olarak adlandırdığım şeye bağladım ve bu kez İslamcılar da bundan faydalandı. Bununla birlikte, Doğu-Batı ve İslam-Batı terimlerinin geri dönüşü, sadece çifte standartlara değil, bir değerler çatışmasına olan inanca da işaret ediyor. Mısırlı bir felsefe profesörü için mesele Batılıların bizimkilerden farklı değerlere sahip olmasıdır, aksi takdirde Alman filozof Habermas ve meslektaşlarının tutumunu nasıl açıklayabiliriz. Dolayısıyla onların ‘değerlerini’ ve ‘bizimkileri’, daha doğrusu onlarınkiyle çelişen bizim değerlerimizin ne olduğunu düşünmek ve gözden geçirmek gerekir. Çağdaş Batılı filozoflar, sosyologlar ve uluslararası ilişkiler akademisyenleri, seküler-dini normlar ve bunların küreselleşme zamanlarında nasıl karıştığı ve parçalandığı hakkında yazılar yazdılar. Bizde ise çalışmalar klasik etik sistemlerin eleştirisi ile sınırlı kaldı. Çağdaş Arap ve İslam ahlak sistemleri üzerine ciddi bir çalışma yapılmadı. Çağdaş Arap ve İslami zihin teorilerini, değerleri yöneten teoriler olarak görmediğimiz sürece, bu teorileri eleştirmek mümkün değildir.