Binyamin Netanyahu İsrail'i nereye götürecek? Ortadoğu ve ABD’yi nereye götürecek? İçerideki muhalifleri, öncesinde bir zafer olmadığı sürece ateşkesle ilgilenmediği ve İsrail'e katlanabileceğinden daha fazlasını yüklediği konusunda uyarıyorlar. Rakipleri onu alt etmeyi başaramadı. ABD onu kuşatıp devre dışı bırakamıyor.
Adam rekor sahibi. Başbakan olarak görevde kalış süresi, kendinden öncekilerin tümünü aştı. Filistinlileri öldürme rekorunu elinde tutuyor. Mevcut savaşta askeri makinesi Gazze'de 40 binden fazla kişiyi öldürdü. Hamas, İslami Cihat, Hizbullah ve İran Devrim Muhafızları'nın lider kadrosundan 280 kişi öldürdü.
Uçakları İran'ı, Yemen'i, Suriye'yi ve Lübnan'ı bombaladı. Hükümeti düşme tehlikesiyle karşı karşıya gibi görünüyor ama düşmüyor. Düşmanları bir alternatif bulmaya çalışıyor ve hiç şansları yok. Kendini ve tarzını içeriye empoze etti. Dışarıdaki müttefiklerine dayattı. Tarihinin en uzun savaşında İsrail'i yönetti ve İsraillilerin anlaşmazlıklarına rağmen mevcut çatışmanın bedelini ödemeye karar verdiklerini öne sürdü. Müttefiklerin tavsiyelerini ve düşmanların uyarılarını göz ardı ederek savaşta daha da ileriye gitti. İran'ın artık kendi sınırlarında ikamet ettiğini biliyor, ancak bu çatışmayı “son savaş” haline getirme konusunda bahse giriyor. İran ile çatışmada “kırmızı çizgileri” ihlal etme ve Beyaz Saray'ın sahibine kendi evinde meydan okuma konusunda rekoru elinde tutuyor. O, müttefiklerini yoran, rakiplerini kaygılandıran bir adam.
Diplomatlar, 2011 yılındaki G20 Zirvesi'nin oturum aralarında eski Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin Amerikalı mevkidaşı Barack Obama'ya şöyle dediğini anlatıyor: “Netanyahu'ya tahammül edemiyorum, o bir yalancı.” ABD başkanı da şu cevabı vermiş: “Ondan bıktım ama her gün kendisiyle uğraşmak zorundayım.”
Başka bir hikâye, o yıl Netanyahu'nun genelkurmay başkanlığından İran'ın nükleer tesislerine saldırmak için bir plan hazırlamasını istediği ve genelkurmay başkanı ile güvenlik servislerinin liderlerinin imkân eksikliğini bahane ettiklerini anlatıyor. Servis liderlerinden birinin projesini engellemek için Washington'a bilgi sızdırdığı de söyleniyor. İçeride ve dışarıda endişe uyandırıcı bir adam ve İsrail başbakanları tarihindeki en tehlikeli kişi olduğunu söylemek abartı olmaz.
Kendisine yöneltilen suçlamalar hiçbir zaman seleflerine yöneltilmedi. Aksa Tufanı'nın ardından, mevkisi gereği hem askeri hem de sivil binden fazla kişinin ölümüne yol açan ve İsrail ile imajını, yerleşim yerlerinin ve yerleşimcilerin güvenliğini sarsan istihbarat başarısızlığından sorumlu olmakla suçlandı.
Daha sonra rehine takası anlaşmasını tamamlamaya yönelik müzakereleri engellemekle suçlandı. Politikacılar onu, tek amacının kan gölüne rağmen iktidarda kalmak olduğunu söyleyerek suçladı. Aynı zamanda çatışmayı genişletmeye çalışmak ve yıkıcı bir bölgesel savaşa davetiye çıkarmakla da suçlandı. Diğerleri de onu, İsrail'in en radikal hükümetinin elinde maruz kaldığı uluslararası izolasyondan sorumlu tuttu.
Onu İsrail'in dostları için zorlayıcı, başkentlerden ve üniversitelerden yayılan nefret dalgalarının kışkırtıcısı olarak nitelendirdiler. Onun savaşı yürütme yönteminin İsrail'in bizzat kendisinin kurmayı başardığı ilişkileri kaybetmesine neden olduğunu düşündüler. Bunlara bir de yolsuzluk, rüşvet veya kanunlara aykırı bir şekilde hediyeler alma suçlamaları ekleniyor.
Netanyahu, Başkan Biden yönetimindeki yetkililerin onu ülkeleri için ağır bir yük olarak gördüklerini biliyor. Aylar önce Gazze'de ölü sayısı 30 bine yaklaştığında ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken onu ateşkese ikna etmeye çalıştı. Kendisine Hamas'ın gücünün azaldığını ve İsrail için artık 7 Ekim türünde bir tehdit oluşturmadığını söyledi. Ancak ilgileniyormuş gibi davranan Netanyahu, İsrail'in Hamas'ı sona erdirecek bir zafere ihtiyacı olduğunu belirtti.
Netanyahu rehinelerin serbest bırakılması için müzakere yapılmasını istemediğini söylemedi. Bilinen tarzını uyguladı. Müzakere turlarına delegasyonlar gönderdi, ancak ya yetkilerini azalttı ya da başkalarının kabul etmesi zor koşulları onlara dayatarak misyonlarını boşa çıkardı. Ateşkes için acele etmek yerine yangını Hamas’ı savaşında destekleyen başkentlere taşıma kararı aldı. Beyrut'un güney banliyösünde Hizbullah'ın en üst düzey askeri lideri olan Fuad Şükür'e suikast düzenledi ve bizzat Tahran'da Hamas lideri İsmail Heniyye'ye suikast düzenledi.
Netanyahu, ABD'nin İsrail'in yanında durmaktan ve onu savunmaya katılmaktan başka seçeneği olmadığından emin bir tavır sergiledi. Bölgeyi geniş çaplı bir çatışmanın eşiğine getirdi. Onu, İran'ı, ABD'nin katılmaktan kaçınamayacağı doğrudan bir çatışmaya çekmeye çalışmakla suçlayanlar da var. Yaşananlar, Netanyahu'nun, oradan buradan kendisine yöneltilen eleştirilere rağmen ABD-İsrail ilişkilerinin derinliğinin farkında olduğunu gösterdi.
Hizbullah'ın Şükür suikastına yanıtı, eşi benzeri görülmemiş bir Amerikan askeri takviyesiyle desteklenen İsrail askeri makinesiyle geniş çaplı bir savaşa girme konusunda isteksiz olduğunu gösterdi. Heniyye suikastına hâlâ karşılık vermekle tehdit eden İran ise bölgede kapsamlı bir çatışmanın önlenmesi isteğini gösteren birçok sinyal verdi. Öte yandan Netanyahu, savaşı “son savaş”, yani hiçbir düşman örgütün Yahya Sinvar'ın yaptığını tekrarlamaya cesaret edemeyeceği noktaya kadar götürmek istiyor. Ateşkesi müzakereler ile elde etmek değil, İsrail'in caydırıcılığının ateşkesi dayatmasını istiyor.
Netanyahu bunun çok cepheli bir savaş olduğunu biliyor. General Kasım Süleymani ölmeden önce bunun halısını Filistin, Lübnan, Suriye, Irak ve Yemen iplikleriyle dokudu. Netanyahu’nun bakış açısına göre uzun süreli ateşkesin dayatılması için bir zafer gerekiyor. Olabilecek en tehlikeli şey, Netanyahu’nun Hizbullah ile Beyrut'ta Gazze sahnelerini tekrarlayacak geniş çaplı bir savaş yürütmek için Gazze'de esneklik gösterir gibi davranmasıdır. ABD'nin buna karşı çıktığı doğru ama tecrübeler, ABD'nin Netanyahu’yu ikna edemediğini veya caydıramadığını gösterdi. Netanyahu’nun ABD’yi yanına çekeceğini ve İsrail'in savaşa girmesi durumunda, ABD’nin onunla aynı kaderi yaşamaktan kurtulamayacağını ortaya koydu.