Sam Mensa
TT

Lübnan bir yol ayrımında: Barış ya da alternatif savaş

Hizbullah’ın 8 Ekim 2023'te Gazze'deki Hamas Hareketini desteklemek için başlattığı “destek ve meşgul etme” savaşına yanıt olarak İsrail'in Lübnan ve Hizbullah'a karşı açtığı savaşın üzerinden geçen bir aydan fazla bir süreden, Hizbullah’ın aldığı ölümcül darbelerden, özellikle de Genel Sekreteri Hasan Nasrallah ile çok sayıda lider ve kadrosunun öldürülmesinden sonra, Lübnan yeni bir dönüm noktasına girdi. Bu dönemin en belirgin göstergesi Hizbullah’ın üçüncü kademe liderliği ve teşkilatları aracılığıyla İran'ın doğrudan hem Hizbullah liderliğinin hem de savaşın dizginlerini eline almasıdır.

İran'ın Lübnan'a müdahalesi yeni değil ama bu kez aleni olması şimdiye kadar benimsediği inandırıcı inkar politikasının yanı sıra, Hizbullah liderlerinin “Lübnan’a bağlı olma” manevrasının sahip olduğu marjı da tamamen ortadan kaldırdı. Bugün ülke, Meclis Başkanı Nebih Berri'nin, Hizbullah’ın diğer müttefiklerinin ve önceki liderlikten kalan bazı kişilerin rolünü zayıflatan saf bir İran politikası tarafından yönetiliyor.

İran müdahalesinin güncellenmiş versiyonu, Genel Sekreter Yardımcısı Naim Kasım'ın ifade ettiği, Hizbullah’ın ateşkesten önce herhangi bir kurtarma veya çözüm adımını reddeden tutumu ile somutlaşıyor. Bu da herhangi bir tarafın herhangi bir çözüm projesinin başarısızlığa uğratılması, hükümetin girişimlerinin ve Berri, Başbakan Necip Mikati ve Dürzi lideri Velid Canbolat'ı bir araya getiren üçlü toplantının baltalanması, Bkerki'de yapılan dini grupların liderleri zirvesinde açıklananların içeriğinin ve ruhunun havaya uçurulması anlamına geliyor.

İran'ın Hizbullah'ı doğrudan yönetme yoluyla Lübnan'da yaptıkları, İran politikasının hem iç hem de dış ikiliklerini yansıtıyor. İç cephede amaç, çeşitli cephelerde mücadele ve savaş çağrısında bulunan rejim içindeki katı görüşlüleri tatmin etmek, dışarıda ise ABD ile uzlaşı ve dolaylı müzakere çabalarını tamamlamak. İran kendisini Lübnan adına müzakerelerde arabulucu olarak konumlandırarak; Amerikalılara karşı müzakere kartlarını güçlendirmek ve bölgedeki müdahaleci politikalarını sürdürmek için Lübnan, Irak, Suriye ve Yemen'deki müttefiklerini diğerlerine karşı bir kılıç gibi kullanmaya devam ediyor.

Bu yeni sahnenin diğer tarafında ise vahşice öldürme ve yıkımların tırmanmasına, savaşın dışında olduğu varsayılan alanlara yayılmasına, Lübnan'ın çeşitli bölgelerine dağılmış olan yerinden edilmiş kişilerin sayısının 1 milyonu aşmasının ardından bunun ekonomik, sosyal ve güvenlikle ilgili sonuçlarının yarattığı yüksek risklere rağmen, Hizbullah ve çıkardığı savaşa karşı olan güçler parçalanmış, birbirinden kopuk, ayrıntılar ve marjlar konusunda anlaşmazlık ve ihtilaf içinde olmayı sürdürüyorlar. Bu ise devleti yeniden inşa etmek, egemenliği yeniden tesis etmek ve Lübnanlıları yeniden birleştirmek için mevcut fırsatların kaçırılmasına neden olabilir. Herhangi bir manevra alanı bulunmadığı ve siyasi meselelerin idaresinde Lübnan'ın alışılagelmiş paylaşım yöntemi benimsenmediği için Lübnan oluşumunun bu kez gerçek bir varoluşsal tehditle karşı karşıya olduğu bir dönemde, bu taraflar, dar iç politikalar, kişisel ve partizan çıkarlar ile oyalanmaya devam ediyorlar.

Tüm bu gelişmelerin ve Lübnan'ın İran ile İsrail arasında alternatif bir savaş alanına dönüşmesinin, hem yetkililer hem de vatandaşlar olarak Lübnanlıların ölümlerine yalancı tanık haline gelmesinin ardından ne olacak? İran projesine, direnişe, arenalar birliğine karşı çıkan siyasi tarafların, aralarındaki anlaşmazlık ve ayrılıklara bakmaksızın devletin yeniden inşası için kurucu ilkeler üzerinde bir araya gelmesine engel olan nedir? Devleti geri kazanma konusunda mutabık olan tüm tarafları temsil edecek, Arap ve yabancı karar verici ve özellikle de Lübnan'ın bu çetin sınavdan çıkmasına yardım etmekle ilgilenen başkentleri gezecek bir ulusal kurtuluş cephesinin kurulmasını engelleyen nedir? Her türlü anlaşmazlık ve ayrılığı reddeden, çözümün beş temel ilkesini bünyesinde taşıyan bir ulusal kurtuluş cephesi neden kurulamıyor? Bahsi geçen beş temel ilkeyse şudur:

- Devleti, egemenliği ve karar alma mekanizmasını geri kazanmak, devlet otoritesini tüm Lübnan toprakları üzerinde genişletmek ve silah taşımayı yalnızca meşru silahlı kuvvetlerle sınırlandırmak.

- 1701 sayılı Kararın kelime oyunu ve belirsizlik olmaksızın tüm yönleriyle uygulanması dahil olmak üzere 1949 Ateşkes Anlaşmasını yeniden canlandırmak.

- Anayasanın ve 1989 Taif Ulusal Uzlaşma Anlaşmasının bütünüyle uygulanmasına bağlı kalmak.

- Bölgedeki diğer ülkelere düşmanlık anlamına gelmeyecek şekilde Lübnan'ın Arap rolünü ve Arap kardeşleriyle kardeşlik ilişkilerini vurgulamak.

- Lübnan'ın ekonomik rolünün canlandırılmasında öncelikli olan ticaret, bankacılık, turizm, sağlık turizmi ve eğitim alanlarında öncelikli olarak Lübnanlı tarafların ve enerjilerin rolünü teyit etmek.

 Lübnan'ı geri kazanmaya ve onu kaçınılmaz sondan kurtarmaya yönelik gerçek bir iradenin bulunması halinde, bu ilkelerin Lübnanlılar arasında bir anlaşmazlığa konu olması zordur. Bu ilkeler, devletin inşasının temelini oluşturuyorlar. Ayrıca daha sonra anayasaya uygun olarak demokratik mekanizmaların, bölgedeki diğer Arap ülkeleri gibi Lübnan halkının da geleceğe yönelik arzularıyla tutarlı bir şekilde işleri düzeltmesine, değiştirmesine ve reform yapmasına olanak tanıyor.

Lübnan'da 50 yıldan fazla süredir devam eden eksenler arasındaki çatışmanın ardından, diğer eksene karşı bir eksene katılmanın, tanık olduğumuz iç savaşı, silahlı çatışmaları ve Filistin, Suriye, İsrail ve İran işgallerini doğurduğu kanıtlandı. Lübnan'ın Arap çevresine dönüşü bir eksenden diğerine geçmek anlamına gelmiyor; daha ziyade doğal, yapay olmayan bir duruma, iç savaşlarla parçalanmamış, geleceğe, modernliğe, barışa ve refaha umutla bakan, sağlıklı ve sağlam kalmış Arap ülkelerinin kucağına dönüş anlamına geliyor.