Libya'daki iktidar mücadelesine ilişkin son haberler, mücadelenin iki tarafının çözüm ve otorite çokluğuna çare bulma konusunda en ufak bir fikir birliğine sahip olmadığı yönünde. Her bir taraf, mücadeleyi kendi lehine sonuçlandırmaya çalışarak, çeşitli şekillerde mücadeleyi sürdürmekte ısrar ediyor. Oysa bu mücadele yıllardır bir sonuca ulaşmadan devam ediyor ve Libya, bu yıllar içinde insani ve maddi enerjisinin büyük bir kısmını tüketti. Buna bir de yıkım ve dış müdahaleler eşlik etti. Libya’daki iktidar mücadelesi çözümlenmedikçe ve bu çözüm Libyalıların yaşamları, nesillerinin ve ülkelerinin geleceği için yeni kapılar açmadığı sürece, tüm bunlar daha da büyüyecek ve devam edecek.
Libya'nın güneydoğudaki kardeşi Sudan'daki iktidar mücadelesi Libya'daki duruma yakın ancak karmaşık iç ve dış nedenlerden dolayı daha acımasız ve şiddetli. Sonuçları Sudan ve milyonlarca mültecinin akınına uğrayan çevresi için daha ağır. İnsanları rastgele öldüren, mallarını ve mülklerini yerle bir eden, tarafları, Sudan halkının doğasına aykırı olarak, rakiplerine karşı kesin bir zafer kazanma arzusuyla en korkunç ve vahşi suçları işleyen savaş sonucunda bu mültecilerin hayatları kendi ülkelerinde bir cehenneme dönüştü.
Libya ve Sudan'daki iktidar mücadelesi, tıpkı Irak'ta Haşdi Şabi Güçleri milisleri, Lübnan'da Hizbullah ve Suriye'deki milisler ile olduğu gibi hükümet ile Husi milisler arasında şiddetli bir çatışmaya sahne olan Yemen dahil diğer Arap ülkelerindeki iktidar mücadelelerine benziyor. Suriye’de buna ilaveten fiili otorite olarak üç taraf arasında bir iktidar mücadelesi yaşanıyor. Bunların ilki Özerk Yönetim kontrolündeki Suriye'nin kuzeydoğu bölgesi, ikincisi Suriye'nin kuzeybatısındaki Türkiye kontrolündeki bölge, üçüncüsü Suriye'nin orta ve batısındaki rejim kontrolündeki bölge.
Gerçekte Arap ülkelerindeki mevcut iktidar mücadelesi, Arap ülkelerinin kurulduğu veya bağımsızlığını kazandığı modern tarih boyunca yaşanan iktidar mücadeleleri vakalarında benzeri görülmemiş bir durumdur. Bilhassa 1949 yılında Albay Hüsnü el-Zaim önderliğinde Suriye'de ilk deneyimini yaşayan askeri darbe olgusunun ardından, tüm ülkelerin iktidar için ve iktidar içinde bir mücadeleye sahne olması doğaldı. Pek çok maceracı ve hırslı asker bu deneyimi tekrarladı ve son askeri darbe deneyimi 1970 yılında Suriye'de yaşandı.
O dönemdeki iktidar mücadeleleri şu anki mücadelelerden farklıydı. Hedefler açısından bakıldığında, iktidar mücadelelerine genel olarak toplumların hedefleri hakimdi ve geniş halk kesimlerini ilgilendiren siyasi, ekonomik ve sosyal konularla açık bir bağlantısı vardı. Partiler, sivil ve yerel gruplar dahil olmak üzere halk hareketleri, Batılı demokratik sistemlerde olduğu gibi iktidar mücadelesinin araçlarıydı. Ordunun bu mücadeleye katılımı Suriye'de ortaya çıkan bir istisnaydı ve bazı ülkelerde çok az darbe deneyimi kaydedildi. İnsan hakları ihlali ve sınırlı ihlaller açısından iktidar mücadelesinin sonuçları çoğu zaman bireylerle veya özel gruplarla sınırlı kaldı. Ekonomik ve sosyal alanlardaki sonuçlarının etkisi de sınırlı oldu.
İktidar mücadelesi olgusunun hakim olduğu Suriye'nin sivil ve askeri tarafların katıldığı pek çok iktidar mücadelesi örneğine sahne olması, onu, bazı deneyimlerinin üzerinde durulabilecek bir örneğe dönüştürüyor. İktidar mücadelesinin ilk askeri örneği, Filistin savaşı sonrasında amacı yolsuzlukla mücadele etmek ve ordunun itibarını korumak olan Hüsnü el-Zaim darbesidir. Acımasızlığının çıtası bazı muhaliflerinin kısa süreliğine tutuklanmasıydı. İktidara geldikten aylar sonra kendisine yapılan bir karşı darbede öldürülen tek kişi de oydu. İkinci deneyim, 1949'un sonlarında reformist hedefler doğrultusunda darbeye liderlik eden ve ardından 1953-1955 yılları arasında Suriye başkanı olan Albay Edib Çiçekli tarafından gerçekleştirildi. İddialı reformları ve hataları nedeniyle ona karşı geniş çaplı bir muhalefet harekete geçti ve o da ülkeyi kendisini yok edecek ve halkını öldürecek şiddetli bir çatışmadan korumak için iktidardan ayrılmaya ve Brezilya'daki sürgününe gitmeye karar verdi. Bu da onun yüksek düzeyde ulusal siyasi ve ahlaki sorumluluk sahibi olduğunu gösteriyor.
İktidar mücadelesinde 20. yüzyılın en önde gelen Suriyeli isimlerinden biri olan devlet başkanı Şükri el-Kuvvetli ile bağlantılı önemli bir sivil deneyim de var. Kuvvetli, milli faaliyetine Osmanlı işgali altında başladı ve Şam'da kurulan Arap devleti, Fransız manda yönetimi ve ardından bağımsızlık, 1958 yılında Suriye ve Mısır'ın birleşmesi deneyimini yaşadı. Birleşik devletin başkanlığını devralan Cemal Abdunnasır lehine gönüllü olarak başkanlıktan vazgeçti. Bu, Arap siyaset tarihinde eşi benzeri olmayan bir eylemdi. Kuvvetli’nin devlet başkanlığı ile ilişkisine dair tek örnek bu değil; 1956-1958 yılları arasındaki son başkanlık döneminde Kuvvetli, başbakan Nazım el-Kudsi'yi birkaç kez cumhurbaşkanlığı görevini yürütmekle görevlendirmişti. Bütün bunlar, onun, başkanlığı her koşulda kendisine sıkı sıkı tutunması gereken kişisel bir makam ve ayrıcalıklar olarak değil, halka ve ülkeye karşı bir sorumluluk olarak görme konusundaki rahatlığını yansıtıyor.
Dünyanın hayret verici bir ilerleme kaydettiği bir dönemde, bu ülkelere büyük insani, maddi ve finansal faturalara mal olan, bu ülkeleri ve vatandaşlarını küresel olarak sınıra yerleştiren artan iktidar mücadeleleri olgusu, Arap siyasi seçkinlerinin, özellikle de siyaset ve kültür alanındaki seçkinlerin üzerinde durup kendisini incelemesini hak ediyor. Seçkinler bunu incelemeli ve en azından sınırlamanın yollarını bulmalılar, çünkü bu çatışmanın devam etmesi siyasi oluşumların yok olmasına ve vatandaşlarını sonsuz felaketlerin derinliklerine sürüklemesine yol açacaktır.