İyad Ebu Şakra
Siyasi analist, tarih araştırmacısı
TT

Yanılsamalardan uzakta, Lübnan hayatta kalma hakkıyla karşı karşıya

Lübnan Hizbullahı'nın yeni Genel Sekreteri Şeyh Naim Kasım'ın dünkü konuşması, ister zamanlama isterse içerik açısından olsun birçok nedenden dolayı son derece önemliydi.

Zamanlama açısından Şeyh Naim'in konuşması, elbette en büyük payın Washington’a ait olduğu ABD-Fransa himayesinde Lübnan'da ateşkesin yürürlüğe girmesinin ardından geldi.

Hizbullah’ın hem kuluçka merkezi olan “mezhepçi” çevreye hem daha geniş “ulusal” çevreye, hem de son savaşın, gerekçelerinden biri olan “arenalar birliği” gerekçesi altında aylarca sürdüğü “bölgesel” çevreye hitap etmesi doğaldı ve hatta gerekliydi

Hizbullah'ın uğradığı büyük insani, örgütsel ve stratejik kayıpların ışığında, pek çok Lübnanlı, Hizbullah liderliğinden gelecek herhangi bir farklı “yaklaşımın” veya gelecek için ders olacak ciddi bir değerlendirmenin işaretlerini gözlemlemeye istekliydi.

Bu noktada, yeni Genel Sekreterin konuşmasının paragraflarının içeriğini iki hedef arasında böldüğü aşikardı: çevresine veya popüler kuluçka merkezine hitap etmek, ulusal ve uluslararası düzeydeki pozisyonları ve taahhütleri duyurmak. Her ne kadar bu iki içerikte de hedeflenen kitle yönünde keskin bir çelişki görünse de, Şeyh Naim'in üstü kapalı olarak, Hizbullah ve çevresine bağlı siyasi ve askeri yorumcularınsa açıkça itiraf ettiği maliyetli bir askeri riskin ardından, bu beklenen bir gelişmeydi.

Konuşmanın temel önceliklerinden biri şüphesiz, Lübnan'ın en güneyinden en kuzeyine kadar onlarca şehir, kasaba ve köyün yaşadığı gerçek bir felaketin ardından moralleri yükseltme misyonunu yerine getirmekti. Hizbullah'ın hayati sinir merkezinin, siyasi karar alma mekanizmasının merkezi olan Beyrut'un “güney banliyösünü” de unutmayalım.

Ayrıca en önemli önceliklerden biri, Hizbullah  “literatürünün” onlarca yıldır vurguladığı, onun uğruna ve sloganları için fedakarlıkların yapıldığı ilkeleri teyit etmekti. Bu ilkelere destek olarak Hizbullah destekçilerinin bazen sorgulamadan, hatta düşünmeden tekrarlamaya devam ettiği anlatılar örüldü.

Genel Sekreter, bu iki öncelik çerçevesinde, zaferin “Temmuz 2006'daki zaferden daha büyük” olduğunu vurguladı ve bunu şöyle açıkladı: “Düşmanın (Hizbullah'ı) yok etmesini engellediğimiz için kazandık. Direnişi bitirmesini veya hareket edemeyecek kadar zayıflatmasını engellediğimiz için kazandık.” Naim Kasım aynı zamanda şu unsurları da göz ardı etmedi; birincisi, “İsrail saldırganlığının” uzun sürmesi (yani İsrail'in hızlı bir şekilde sonuca ulaşamaması) ve savaşın vahşeti karşısında kararlılıkla durmak. İkincisi, İsrail'e sağlanan Amerikan ve Batı desteği. Üçüncüsü, kuzey İsrail'de yüz binlerce kişinin yerinden edilmesi de dahil olmak üzere, yıl boyunca Hizbullah’ın saldırıları sırasında İsrail'in uğradığı kayıplar. Direnişin kararlılığı nedeniyle İsrail'in önünün tıkanması.

İkinci kısma yani anlatının değişmezlerine gelince başta, İran liderliği ve bölgesel müttefikleriyle özel ilişkiler kurma kararlılığını yineleme, farklı şekillerde de olsa Filistin’e desteğin devam ettirilmesi geliyordu.

Konuşmada ateşkes anlaşmasının ne “yeni bir anlaşma”, ne de "yabancı ülkelerin imzasını gerektiren bir anlaşma” olduğu, daha ziyade, Hizbullah’ın esasen onayladığı” BM’nin 1701 sayılı kararının uygulanmasına ilişkin bir “icraatlar” programı olduğu da vurgulandı. Kasım, “anlaşma Lübnan egemenliği çatısı altında yapıldı ve biz savunma hakkımız konusunda başımız dik şekilde bunu kabul ettik” dedi.

Yukarıdakilerin tümü anlaşılabilir ve Hizbullah ile çevresini tatmin ediyor, ancak Lübnanlıların geri kalanı farklı görüşlere sahip. Bu görüşlerin belki de en komik ifadesi, televizyon kanallarında ve sosyal medyada yayınlanan bir kayıttı. Kayıtta, Lübnan Kuvvetleri milletvekili Gıyas Yazbek, karşısında duran meslektaşı Hizbullah milletvekili Hasan Fadlallah'ın “saçmalık” olarak varsaydığı sözlerinden duyduğu şaşkınlığı yüz ve el hareketleriyle yorumluyordu. Zira Fadlallah Hizbullah’ın “ordu, halk ve direniş üçlemesine” olan sürekli bağlılığı sayesinde kazandığı zaferden bahsediyordu.

Bu doğrultuda milletvekili Yazbek'in çevresinden bir televizyon kanalı da önceki gece, rakamlarla hazırladığı bir haberle milletvekili Fadlallah'ın sözlerini çürütmeye çalışmayı ihmal etmedi. Haberde İsrail ve Hizbullah tarafının saha kontrolüne, yıkımın boyutuna ve ölü, yaralı, rehinelerin, yerinden edilmiş kişilerin, siyasi ve askeri liderler de dahil olmak üzere akıbeti bilinmeyenlerin sayısına ilişkin gerçekler ele alındı.

Buna rağmen Lübnanlıların geçen 1 yıl boyunca yaşadıkları deneyimin sayfasını tüm zorluklarıyla, acılarıyla kapatıp ileriye bakması gerektiğine inanıyorum. Vatana ihanetle suçlama diline dönmek siyasi anlaşmazlığı çözmez, inkar ederek kibirlenmek anavatan inşa etmez, tıpkı vatanseverliği tekelleştirmeye çalışmak gibi, çözümleri tekelleştirmeye çalışmak da siyasi, ekonomik, güvenlik ve kurumsal çöküşü hızlandırmanın en etkili yoludur.

Akan kanı ve yıkımı durduran “60 günlük” süre mucize yaratmayabilir, ancak durup düşünmek, kurbanları defnetmek, yıkılanları yeniden inşa etmek ve nefes almak için iyi bir fırsatı temsil ediyor.

Bir mum yakmak, karanlığa sövmekten bin kat daha iyidir ve bunun başı, en azından devletin varlığının sembolizmini koruyan, uzlaşmacı bir cumhurbaşkanının “seçimi” için belirlenen tarih olan 9 Ocak'a kadar ateşkes anlaşmasının hükümlerine uymak olabilir.

Ortadoğu gibi zaferlerin ve yenilgilerin ihanet gibi olduğu bir bölgede, hatalar çok maliyetli hale geldi.

Dünyamız şu anda pusulasız yaşıyor. Köklü demokrasiler ırkçı “popülizmin” ve acımasız açgözlülüğün darbeleri altında sarsılıyor. Teknolojinin dizginsiz gücünün korkutucu ilerleyişi karşısında, en gelişmiş toplumlarda bile insani değerler marjinalleşmenin ve yok olmanın eşiğinde.