Düşünülemez olan, 8 Aralık 2024'te Esed ailesi rejiminin devrilmesiyle gerçeğe dönüştü. Baba dönemindeki zulüm ve oğlu döneminde yenilenen istibdat, Suriye halkının yanı sıra en yakın komşuları olan Filistinlileri ve Lübnanlıları da etkileyen baskıcı uygulamaları ile rejim, 54 yılın ardından yıkıldı. Hakkındaki gerçekler de gün geçtikçe ortaya çıkıyor. Bazı insanların Heyet Tahrir el-Şam'ın (HTŞ) ve Ebu Muhammed el-Culani adıyla bilinen ve terörist olarak sınıflandırılan lideri Ahmed eş-Şara'nın geçmişinden kaynaklanan korkularının haklı olduğunu bilsek de Suriye'nin geleceği konusunda aşırı iyimser veya kötümser olmak için henüz çok erken. Ancak bu siyasi-güvenlik depreminin gelecekteki sonuçlarına yaklaşmak, nedenlerini ve arka planını araştırmayı gerektiriyor.
Öncelikle dış roller ne kadar büyük olursa olsun iç faktörlerin önemli olmaya devam ettiğini belirtelim.13 yıldır devam eden Suriye savaşı dinse de bitmedi, mültecilerin sayısı milyonlara ulaştı ve rejimin uygulamaları da değişmedi. Beşşar Esed, 2011 devriminin ardından İranlı ve Rus müttefiklerinden aldığı takviyeler olmasaydı, düşmanları alternatiflerinden duyduğu korkuyla iktidarda kalmasına göz yummasaydı, uzun zaman önce son kullanma tarihi geldiğinden devrilmişti. HTŞ liderliğindeki Suriyeli muhalif grupların eliyle gerçekleşen ani ve hızlı çöküşü, Aksa Tufanı'nı anımsattı ve saldırganların Suriye güçlerinin ve müttefiklerinin zayıflığı ile ilgili istihbarat bilgilerinin ne kadar dakik olduğunu gösterdi.
İkinci olarak, Hizbullah’ın iki ay süren çatışmalar sırasında ağır kayıplar vermesinin ardından, İsrail ile Hizbullah arasında Lübnan'da ateşkes ilan edilmesinden iki gün sonra gelen saldırının zamanlaması dikkatleri çekti. Suriye muhalefetinin saldırısı başladı ve Lübnan'daki savaştan çekilen Hizbullah, güç olarak çökmüş olduğundan rejimin önemli bir müttefiki devrildi. Bu da saldırının bu kadar çabuk başarıya ulaşmasına katkıda bulundu. Suriye’de bulunan bir başka müttefik olan Tahran'a sadık Iraklı milisler de İsrail'in 20 Kasım'daki bombardımanın ardından çöktüler. İkisinin kayıpları, İran'ın rejime verdiği askeri desteği önemli ölçüde zayıflattı ve muhalif gruplarının çıkarına oldu.
Üçüncüsü, ister HTŞ ister Suriye Milli Ordusu'na bağlı olsun, bu grupların eğitim, teçhizat ve planlarla desteklenmesinde çok önemli bir rol oynayan Türkiye faktörüdür. Türkiye’nin hedefi Suriye ile olan sınır şeridini kontrol altına almak, Kürtlerin oluşturduğunu düşündüğü terör tehdidini zayıflatmak, rejimin İdlib'in kontrolünü yeniden ele geçirmesiyle yaşanacak yeni göç dalgalarından kaçınmaktı. Türkiye Cumhurbaşkanı'nın ülkesinin Esed ile iletişim kanallarını açmaya yönelik çabalarının sonuçsuz kalmasının ardından “bu ilerleyişin olaysız devam etmesi ve hedefinin Şam olması yönündeki” umudu gerçekleşti. Türkiye pek çok kazanım elde etti; bölgesel bir oyuncu olarak ve Suriye'deki Sünni sahneyi yeniden şekillendirme konusunda konumunu güçlendirdi. Ankara'nın hedeflerinde ne kadar ileri gideceği ve bunun Suriye'nin ve bölgenin geleceğine etkisi konusunda soru işaretleri var.
Esed'in kuzeydoğu sınırlarının koruyucusu olarak kalmasından ziyade, zayıflamasının, İran'ın ülkesi üzerindeki kontrolünün, topraklarında füzeler ve insansız hava araçları gibi gelişmiş silahlar için fabrikalar işleten, ülkesini silahları için bir geçit olarak kullanan Hizbullah'ın yuvasına dönüşmesinin ardından devrilmesinin, nihayet kendi çıkarına olduğuna karar vermiş görünen İsrail, dördüncü faktör olarak öne çıkıyor. İsrail, Gazze ve Lübnan'da başardıklarının devamı olarak İran'ın rolünü zayıflatmak, Hizbullah’ı silah nakliyatı için kullandığı kara koridorundan mahrum bırakmak istiyor. Suriye'de daha sonra ortaya çıkabilecek her türlü yeni gerçekle yüzleşmeye de hazır.
Beşincisi, ABD İsrail'in, İran'ın Suriye'deki varlığını zayıflatma hedefini benimsiyor. Rejimi ölmeden, aksine, sadece her zaman reddettiği siyasi bir çözüme ulaşmak için davranışlarını değiştirmesini sağlayarak, İsrail’den uzak tutmayı umuyordu. Rejimin çökmesi mevcut yönetime bir zarar vermiyor, zira Moskova'ya ve Suriye'deki rolüne baskı yapıyor ve Başkan seçilen Donald Trump'ın isteğinin aksine Amerikan kuvvetlerinin kuzeydoğu Suriye'de kalmasını zorunlu kılıyor.
Altıncısı, İran'ın Hamas ve Hizbullah'ı destekleme konusundaki başarısızlığının ve güvenilir bir müttefik olarak itibarını kaybetmesinin ardından açık bir kafa karışıklığı var. Devrim Muhafızları Komutanı Hüseyin Selami yenilgiyi kabullenmemekte diretse de Gazze ve Lübnan'a indirilen darbelerin ardından muhaliflerin saldırısı da İran’a büyük bir darbe indirdi. İlk darbe ise Hamas ve Hizbullah'ı desteklemekten kaçınan ve Tahran ile Moskova arasında manevra yaptığı netleşen Esed'den gelmişti. Görünen o ki İran, Esed'in kurtarılamayacağına ve iktidarda kalmasının ekonomik ve askerî açıdan maliyetli hale geldiğine kanaat getirdi. Bugün korkulan, İran’ın ivmesini Irak'a kaydırması ve bununla birlikte İsrail'in dikkatinin de oraya çevrilmesidir.
Yedincisi, Esed'in devrilmesiyle Rusya'nın çok şey kaybettiğine şüphe yok. Ancak Ukrayna'daki savaşa odaklanması, başka yerlerdeki askeri nüfuzunu büyük ölçüde sınırladı. Rusya, Suriye'deki çıkarları, Akdeniz kıyılarında kalma isteği ve İran'la rejimi koruma konusundaki ortaklığı nedeniyle tereddütlüydü. Ama yaşaması mümkün olmayan bir rejimi ayakta tutmak yerine, istemeyerek de olsa Türkiye ve İsrail ile ilişkilerini tercih etmeye karar verdi.
Bugün Suriye'nin geleceği, Suriyelilerin ülkelerini bölgesel ve uluslararası çatışmalara arena olma rolünden kurtarma, tüm bileşenler arasında adalet ve eşitlik temelleri üzerinde, ılımlı bir yaklaşımla, dışlayıcı değil, uzlaşmacı çözümler, çoğulcu demokrasi ve çağdaş hukuk devletini benimseme iradesine bağlı. 2254 sayılı BM kararı, serbest seçimlerin düzenlenmesine hazırlık olarak siyasi geçişe giden yol olmaya devam ediyor. Bu “deprem”in buna zemin hazırlaması ümit ediliyor, çünkü Suriye'nin istikrarı komşularının ve diğer Arapların yararınadır. Bu ülkelerin de bunun için çabalaması gerekiyor.