Hüda Huseyni
Lübnanlı gazeteci-yazar ve siyasi analist
TT

Batı'nın boğucu krizi Ortadoğu'daki yatırımlarını canlandırıyor!

Birkaç gün önce vedalaştığımız geçtiğimiz yılda yaşanan ve Ortadoğu coğrafyasını değiştirecek dönüm noktaları olan olaylardan önce yazdığımız, çağdaşlarının çoğunun hafızasında hâlâ yer eden tarihe geri dönmeliyiz.

Kasım 1956'da merhum Mısır cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır, yatırım hakları münhasıran kendisine ait olan ama gerçek sahibinin İngiltere olduğu Süveyş Kanalı Şirketi'ni millileştirdiğini açıkladıktan sonra, Mısır'a karşı üçlü (İngiliz-Fransız-İsrail) bir saldırı gerçekleşti. Süveyş Savaşı olarak bilinen saldırı, Başkan Dwight Eisenhower’ın uluslararası siyasi kaygılarla önderlik ettiği Amerikan baskıları sonucu, saldırganların savaşı durdurup Kanal Bölgesi'nden çekilmeleri ile sona erdi. O gün Cumhurbaşkanı Abdunnasır, Mısır'ın üç büyük orduya karşı dik durarak zafer kazandığını varsaydı. İşgalcilere kayıplar verdirdiğini ileri sürdü. Mısır cumhurbaşkanı bundan sonra tartışmasız lider haline geldi ve “kükreyen okyanustan başkaldıran Körfez'e kadar” 100 milyon Arap'ın yüreğini harekete geçirdi. Ancak büyük ölçüde yanılsamaya dayanan yaklaşık on yıl süren bu coşku, 5 Haziran 1967 savaşı felaketiyle kısa sürede söndü. İsrail üç cephede savaştığı bu savaşta 6 gün içinde Golan Tepeleri, Kudüs, Batı Şeria, Sina ve Gazze'yi işgal etti. Savaşma gücünü tamamen kaybeden Mısır, Suriye ve Ürdün ordularını çökertti. Arap halkları o gün aldatmacanın ve aşırı güç iddiasının kurbanı olduklarını anladılar. Abdunnasır televizyon ve radyodan yayınlanan konuşmasında yenilgiyi duyurdu, bunun sorumluluğunu tamamen üstlendi ve istifasını sundu. Liderlik pozisyonunda kalması için yapılan gösteriler ve taleplerin ardından istifasını geri çekti. Eski İsrail başbakanı Golda Meir anılarında şöyle diyor: “Abdunnasır'ın yenilgiyi kabul etmesi benim için bir endişe kaynağıydı, çünkü Mısır'ın onurunu geri kazanması için ciddi ve ısrarlı bir çalışma yapılacağını, ülkemi daha ciddi ve sert bir yüzleşmenin beklediğini biliyordum.”

İsrail, Mayıs 2000'de Güney Lübnan'dan çekileceğini duyurdu. Lübnan içinde bir sınır şeridi oluşturdu ve buna “Özgür Lübnan Devleti” adını verdi. Bu çekilme, dönemin Suriye devlet başkanı Hafız Esed'in, müzakerelerde bir baskı kartı oluşturmak amacıyla Güney Lübnan'daki işgalin devamını öngördüğü Suriye-İsrail müzakerelerinin başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından gerçekleşti. Hizbullah o gün güneyin kurtuluşunun Siyonist düşmana yönelik saldırıları sayesinde gerçekleştiğini ilan etti. Hizbullah ve liderinin ünü okyanustan Körfez'e kadar yayıldı ve resimleri evlere asıldı. Ümmete çalınan onurunu geri kazandıran, Siyonistleri yenilgiye uğratan olarak kabul edildi. Bu övünme 18 yıl boyunca devam etti. Bu süreçte Hizbullah Lübnan ve Suriye'yi kontrol etti, terör ve yolsuzluk yoluyla ülkelerin içişlerine karıştı. Ta ki geçen yılın eylül ayında, Hizbullah üyelerinin liderleriyle ve birbirleriyle iletişim kurmak için kullandıkları cihazları patlatarak yüzlerce Hizbullah militanını birkaç dakika içinde öldüren ve yaralayan “çağrı cihazları” saldırısı yaşanana kadar. Mossad ayrıca Hizbullah’ın kullandığı telsizlere üretim tesisinde iken patlayıcı yerleştirmeyi de başarmıştı. İsrail bu eylemin sorumluluğunu üstlendi ve birkaç hafta sonra da Hizbullah’a savaş açtı, genel sekreteri Hasan Nasrallah ve Haşim Safiyuddin de dahil olmak üzere üst düzey liderlerini öldürdü. Füze üslerini, silah depolarını ve merkez binalarını vurdu, onlarca savaşçıyı öldürdü, Nasrallah'ın desteklediği finans kuruluşu Karz-ı Hasen’in altyapısını ve şubelerini yok etti.

Tıpkı 1967'deki Altı Gün Savaşı'nda olduğu gibi, Hizbullah’ı destekleyen çevredeki birçok kişi ve Arap dünyasındaki destekçileri, Hizbullah’ın Nasrallah'ın iddia ettiği gibi İsrail'e karşı sarsıcı bir yanıt verememesi karşısında şaşkınlığa ve hayal kırıklığına uğradılar.

İki yenilgi arasındaki en önemli fark ihmalin kabul edilmesi, 1967 yenilgisinin sorumluluğunun üstlenilmesi ve ardından ordu ve devletin yeniden inşası sürecine girilmesiydi. Bunun sonucu1973'te İsrail'e karşı elde edilen tek askeri zaferdi. 2024'te ise yenilgi inkâr ediliyor, aldatma ve yalanlara devam ediliyor.

Direniş ekseni kartlarını birbiri ardınca kaybediyor. Bunlardan ilki, özellikle Suriye’den geçen tedarik hattının kapatılması ve ABD-İsrail güçlerinin deniz ve hava sahasındaki kontrolünün sıkılaştırılmasının ardından, gözlemcilerin bugün itibarıyla askeri olarak tekrar yükselişe geçemeyeceği konusunda hemfikir olduğu Hizbullah’tır. Direnişçi Suriye kartı da eski Cumhurbaşkanı Beşşar Esed'in onur kırıcı kaçışıyla kaybedildi. Gazze'nin yerle bir edilmesi ve liderlerinin öldürülmesinin ardından Hamas'ın Aksa Tufanı adı verilen macerasının artık sona erdiği de anlaşıldı. Geriye kalan Hamas liderlerinin güvenli bir şekilde Gazze dışına çıkarılması karşılığında, İsrailli rehinelerin serbest bırakılması için görüşmeler sürüyor. Aksi takdirde liderler öldürülecek. Husi tehdidinin ortadan kaldırılması çalışmaları da tüm hızıyla sürüyor. Direniş tüm kartlarını kaybettiğinde, ki buna Irak da dahil olabilir, bir zamanlar beş Arap başkentini kontrol etmekle övünen İran'ın yaklaşık 40 yıldır sürdürdüğü yayılmacı projesi de sona erecek.

En önemli soru şu: Direniş yok olduktan sonra ne olacak? Ortadoğu konusunda uzman İngiliz bir diplomat olan muhatabım, meselenin bir bölgesel projenin diğerinin yerini alması meselesinin çok ötesinde olduğunu söylüyor. Dünya, özellikle Batı, borçlanma yoluyla başa çıkılmaya çalışılan boğucu bir ekonomik krizle boğuşuyor. Uluslararası Para Fonu'na göre, küresel borç geçen yılın ortasında 100 trilyon dolara ulaştı ve bu, dünya gayri safi yurt içi hasılasının yüzde 93'üne denk geliyor. Karar alıcılar, küresel borç içinde en büyük paya sahip olan sanayileşmiş ülkelerin üretimlerini artırmaları ve ekonomilerinin hacmini büyütmeleri gerektiğinin, böylece durumun patlamaya yol açmamasının acil bir ihtiyaç olduğunun farkına vardılar. İşte bu nedenle, zengin Ortadoğu bölgesinde sürdürülebilir güvenlik ve istikrarı sağlamaya yöneldiler. Böylece dev projelere imza atmak, Batılı şirketlerin, uzmanlık ve teknolojiye sahip olduklarından, ülkelerinin ekonomisini büyütmek ve genişletmek için faydalanacakları yeniden inşada yer almaları amaçlanıyor. Muhatabım Ortadoğu'nun yatırımcıların adresi olacağını da söyledi.