Hazım Sağıye
TT

Bugün çatışma ve dava meselesi!

İsrail'in Gazze'deki suç teşkil eden ihlalleri, eskisine göre daha düşük bir ivmede de olsa devam ederken, Suriye toprakları İsrail saldırılarına maruz kalırken, Lübnanlılar güneydeki topraklarındaki işgalin sona ermesini beklerken, İsrail konusuna ilgi ve ihtimamın çok büyük oranda gerilediği dikkatleri çekiyor. Bu gerileme, kendisine sürekli seferberlik çağrısı yapılan “Arap kitlelere” veya savaştan kaçındıkları için genellikle radikallerin karalamalarına maruz kalan rejimlere uzanmıyor. Bilakis, İsrail eylemlerinin hedefinde olan ve bunun maliyetini ödeyen çevrenin kendisinde yoğunlaşıyor.

Elbette bunun sebebi, İbrani devletine ve onun eylemlerine duyduğumuz sempati veya kendi trajedilerimize karşı duyarlılığımızdaki patolojik bir zayıflık değil. Büyük olasılıkla, sebeplerden biri, son savaşla da sık sık güçlenen, İsrail ile yaşanan ihtilaf ve çatışmanın yalnızca artık kapanmış bir konu değil, aynı zamanda ölü bir konu olduğu, yol açtığı maliyetlerin büyük bir kısmının ölümünün geç duyurulmasından kaynaklandığı yönündeki his ile bağlantılıdır. Direniş güçlerinin, Filistinlilerin acılarıyla değil, kendilerini ilgilendiren sebeplerle, on yıllardır barışın, herhangi bir barışın sağlanmasını engelleyerek bu çatışmaya yeniden hayat vermeye çalıştıklarını çok iyi biliyoruz.

Bu anlamda, özellikle çeşitli radikal güçlerin Filistin-İsrail sorununu dinselleştirmeye ve siyasetten uzaklaştırmaya yönelmesinin ardından, insanların müdahale etme, öneride bulunma ve etkileme isteği ret ile sonuçlandı. Bu nedenle, sonuncusu da dahil olmak üzere savaşların söz konusu meselenin işlenişinde ve tanımında hiçbir şeyi değiştiremeyeceğine inananlarda isteksizliğin daha da artacağını tahmin edenler belki de yanılmıyorlar. Gerileyen güçleri, azalan itibarları ve mevcut suskunlukları, kendilerini mücadele ve davanın geleneksel bekçisi olarak atayanları, tabutunun yakınından biraz sağlıklı havanın geçmesine olanak tanıyacak biçimde mücadele halüsinasyonlarını gözden geçirmeye hiçbir şekilde zorlamadı.

Böylece söz konusu ihtilaf meselesinin itici bir konu olduğu ortaya çıkıyor; o insanları siyasetten uzak tutan, onların müdahalesini engelleyen veya her türlü etkinliklerini ortadan kaldıran geniş bir yaşam rejiminin parçası. Ama aynı zamanda her şeyden izole edilmiş, gün geçtikçe tek bir taraf operasyonlar düzenleyip, gidişatı kontrol ediyor gibi görünen sessiz askeri operasyonlara dönüşmeye de mahkum.

İlginin azalmasına yol açabilecek bir diğer etmenin kaynağında Suriye hadisesi olabilir. Başarı şansı veya başarısızlık oranı ve Şam'daki geçiş durağının nereye varacağı ile ilgili pozisyonlar bir yana, mevcut Suriye anı sayısız eyleme açık kalmaya devam ediyor. Onunla birlikte kamusal meselelere uzanan sonsuz sayıda görüş ve pozisyon ortaya çıkıyor. Büyük değişimlerin çoğu zaman bastırılmış muazzam bir canlılığı uyandırdığı söylense bile, bunlar daha sonraki bir aşamada değişimi söndürür ve susturur. Yine de bu canlılık, ülkenin ve insanlarının içinde bulundukları koşullara ve bu insanların, aralarındaki ihtilaflara rağmen, birbirleriyle olan ilişkilerine dair derin bir meşguliyetin gizlendiği açık bir siyasal an olmayı sürdürür. 2011 yılında Arap devrimleri patlak verdiğinde, buna oldukça fazla tanık olduk. İsrail ile çatışmaya olan ilginin azami ölçüde gerilediğini ve Arap Baharı ülkelerinde siyasal ve toplumsal sorunların ön plana çıktığını gördük.

Hem doğruladıkları hem de geçersizleştirdikleri ile bu önemli gelişmeler, pek çok kişiye direniş güçlerinin tam olarak şunu yaptığını düşündürdü: İsrail ile çatışmayı, hiçbir meşguliyeti olmayan, daha doğrusu herhangi bir meşguliyete, yani siyasi yaşama sahip olmaları engellenen halkların meşgalesi haline getirmek. İki yıldan fazla bir süredir cumhurbaşkanı seçmekten fiilen caydırılan Lübnanlıların, Suriye rejiminin ve onunla bağlantılı davanın sonunun gelmesini, seçimleri düzenlemek için bir fırsat olarak görmeleri boşuna değil.

Bunun ötesinde dürüstlük artık yeni gerçekliği eski söylemlere bağlamaya alışmış inatçılığı terk etmeyi gerektiriyor. Zira bu durumda, İsrail'in Aksa Tufanı’na karşılık başlattığı kötü yönelime karşı Esed rejiminin devrilmesi gibi tartışmasız iyi ve hayırlı bir eylemi anlamak imkansızlaşır. Gerçek şu ki, birbirini destekleyen kötülükler karşısında her iyinin her iyi ile yan yana durduğunu, iyilikten iyilik, kötülükten de kötülük doğduğunu savunan laik dinsel siyaset anlayışının aksine, hayat, işlerin böyle yürümediğini, kesişimlerinin basit beklentiler ve önyargılı sonuçlarla kontrol edilemeyecek kadar zengin olduğunu söyler. Koşulların farklılığı, vatanların farklılığı, bazen çelişki noktasına varan meselelerin, çıkarların ve deneyimlerin farklılığı karşısında ve bu karmaşık farklılıklar ağı içinde, Filistinlilerin haklarını, görüşlere ve yorumlara açık, muhakemeye tabi, hakkında ihtilaf edilebilecek bir siyasal mesele olarak düşünmek gerekir. Karşısında bir tarağın dişleri gibi eşit olduğumuz ve tek karşılığı savaşlar olan kutsal bir mutabakat olarak değil.

Ama bir soru, meydan okuma ve belki de bir Yunan laneti karışımı bize eşlik etmeyi sürdürüyor; “çatışma” ve “dava”nın kendisini körükleme ve tırmandırmadaki rolü darbe aldıktan sonra, Maşrık (Levant) ülkelerinin her birinde tırmanan iç ve yerel çatışma aktivizmini kontrol altına almak için ne yapılabilir?