Gazze Şeridi'nde 15 aydan uzun bir süredir yaşananların bilançosu, Filistin tarafında hayatını kaybeden masum kurbanların sayısı veya şimdi yıllarca sürecek bir yeniden inşaya ihtiyaç duyan Gazze’de yaşanan yıkım açısından ağırdır.
Gerçek şu ki, Gazze'ye yönelik saldırganlığından önce Batı Şeria'daki yerleşimci uygulamaları nedeniyle iki devletli çözümün başarısızlığa uğramasının birinci sorumlusu olarak görülen bir işgal karşısında direnişin kararlılığından ve silah taşıma hakkından bahsetmek, Gazze Şeridi'nde ve öncesinde Lübnan'da yaşananlardan sonra silahlı direniş seçeneğinin yeniden değerlendirilmesi gerekliliğini ortadan kaldırmaz. Burada amaç direnişi Filistin halkının seçenekler listesinden çıkarmak değil, aksine o, barışçıl ve halkçı direnişin her türlü biçiminin başarısızlığa uğraması halinde başvurulabilecek bir acil durum aracıdır. Kurtuluş ve bağımsızlığı elde etmekten ziyade direnişçilerin ve şehitlerin kahramanlıklarından söz etmekle sonuçlanacak kendi başına bir amaç değildir.
Şu bir gerçek ki, Arap coğrafyasının silahlı direniş ile barışçıl direniş arasında tanık olduğu tartışma, tıpkı Yaser Arafat döneminde Oslo sürecini ve barışçıl çözümü destekleyen el-Fetih Hareketi ile Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) içerisinde buna karşı çıkan Halk Cephesi ve müttefikleri arasındaki gibi yalnızca Filistin arenasındaki iki akımın anlaşmazlığı değil. İran'ın Hamas'a ve silahlı direniş seçeneğine destek rolü nedeniyle bu anlaşmazlığın doğasını karmaşıklaştıran bir başka bölgesel boyut da eklendi. İran’ın rolü silahlı direnişin bazı tercihlerini, bölgesel hesaplara bağladı ve bu da tartışmayı, işgale karşı en başarılı direniş yolunun hangisi olduğuna dair Filistin içi tartışmadan, ılımlılık ekseniyle direniş ekseni arasında bir çatışmaya dönüştürdü.
Aslında Gazze savaşı, geride bıraktığı pek çok acı ve yaraya, on binlerce ölü ve yaralıya rağmen, Filistin davasını Arapların ve dünyanın gönlünde bir kez daha canlandırdı. Soykırım suçları karşısında küresel vicdanın seslerini uyandırdı. Ayrıca Güney Afrika gibi Arap olmayan bir ülkenin, Uluslararası Adalet Divanı'nda İsrail'i soykırım yapmakla suçlayan bir dava açması gibi ilham verici hareketlere de tanık olduk. Mahkeme, Filistin halkının korunması için önlem alınmasını talep etti ancak İsrail bu talebe uymadı. Bunun üzerine Uluslararası Ceza Mahkemesi, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Galant hakkında savaş suçları işledikleri suçlaması ile bir tutuklama kararı çıkardı. Öte yandan Suudi Arabistan Filistin devletinin kurulması için uluslararası bir koalisyona öncülük etti. Avrupa ülkeleri, Filistin devletini tanıdıklarını veya tanımaya hazırlandıklarını deklare ettiler. Bunun gibi işgalci devlete karşı barışçıl ve hukuki mücadele alanında birçok kapı açıldı.
Gazze savaşının sonucu silahlı direniş eksenini güçlendirmedi, Hamas, askeri kapasitesinin büyük bölümünü kaybetti. Hizbullah da askeri kapasitesinin büyük bir kısmını kaybetti. Geçmişte Lübnan sınırlarının Hizbullah'a silah ve para kaçakçılığına açık olduğu dönemde olduğu gibi, iki örgüt artık silah ve para desteği alamıyor. Devrik Suriye rejimi, iktidarının temellerini korumak karşılığında Hizbullah’a silah ve teçhizat ulaştıran bir geçit olma rolünü üstlenmişti, şimdi bu rolü oynamayan yeni bir rejim var.
Barışçıl direnişi yeniden canlandırmak yalnızca fikirsel ve politik bir tercih değil, ne İsrail'in askeri yeteneklerinin zayıflamasına ne Hamas’ın veya Hizbullah'ın askeri kapasitelerinin yükselişine, ne de İran'ın İsrail'i silahlı güçle caydırmasına yol açmayan Gazze savaşının ortaya çıkardığı bir sonuçtur. Sonuç tüm bunların aksine, silahlı direniş örgütlerinin ve güçlerinin zayıflaması olmuştur. Öte yandan savaş, dünyada Filistin davasını destekleyen barışçıl sivil hareketlerin yükselişine gerçek kapılar açtı. Bu nedenle hem Hamas'ın hem de Filistin Ulusal Otoritesi'nin söylemlerinin ötesine geçen yeni Filistinli seçkinlere ve liderlere ihtiyaç var. Bunlar bahsi geçen akımlarla etkileşime girebilmeli, uluslararası meşruiyet kararlarına uymasını ve iki devletli çözümü kabul etmesini sağlamak için işgalci devlete yönelik baskı ve hukuk kampanyalarına katılmalı.
Barışçıl direnişin taraftarları, baştan itibaren “haklı” olduklarını söyleme hakkına sahipler; 1987 İntifadası sırasındaki sivil ve halk ayaklanması, ilham verici barışçıl direnişleri sayesinde, İsrail'in Batı Şeria'daki yerleşim yerleri inşaatı ve Gazze Şeridi'ne uyguladığı abluka ile boşa çıkardığı barışçıl çözüm için Oslo Süreci’nin kapısını açmıştı. Silahlı direniş ise İsrail'i yenemedi ama bizi barışçıl direniş sürecine geri döndürdü.
Eğer bu doğruysa, silahlı direnişin kararlılığı ve Filistin halkının olağanüstü fedakarlıklarının barışçıl direnişe saygıyı yeniden tesis etmenin yolu olduğu kesindir. Filistin'in mevcut durumu artık direnişle ılımlılar arasındaki çekişmeyi ve Fetih ile Hamas arasındaki ayrışmayı kaldıramaz. Aksine silahlı direniş gruplarının imkân ve kabiliyetlerinin gerilediğini, barışçıl direniş hareketlerinin varlığının ve etkisinin arttığını söyleyen gerçeklik hatırlanmalı. Barışçıl direniş hareketleri şimdi Arap ve uluslararası alanda bir krediye, geniş bir takipçi kitlesine, fikir ve söylemlerini kabullenen açık bir uluslararası arenaya sahipler. Bu fırsatı bir harekete ve eylem planına dönüştürmenin zamanı geldi. Şimdi Filistin halkının hedeflerine ulaşmak için hangi seçeneğin daha uygun olduğuna dair teorik tartışmalara veya fikri münakaşalara girmenin zamanı değil.