ABD Başkanı Donald Trump, göreve gelmesinin üzerinden henüz üç hafta bile geçmeden, aralarında Çin, Kanada ve Meksika'nın da bulunduğu bir grup ülkeye gümrük tarifeleri getirerek, ayrıca Avrupa Birliği'ni (AB) gümrük tarifeleri ile tehdit ederek ticaret savaşını başlattı. Objektif olarak ve popülist bir bakış açısı dışında analiz edildiğinde, bu politikaların açıklanmış temel ve asıl amacı, deyim yerindeyse Amerikan dış ticaret açığını dengelemektir. Trump, ABD'ye yapılan ihracat ile ABD’den yapılan ithalat arasındaki farkı azaltmaya çalışıyor. ABD'nin yeni yönetiminin hedefinde olan ülkeler arasında İngiltere, ABD'nin bu hamlelerinden en az etkilenecek ülkelerden biri olarak öne çıkıyor. Dahası yalnızca zarardan kaçınmasını değil, aynı zamanda bu dönemde bazı kazanımlar elde etmesini de sağlayacak eşsiz bir konumda bulunuyor. Peki, İngiltere nasıl bu konuma geldi?
İngiltere'yi Trump'ın gümrük tarifelerinin olumsuz etkilerinden koruyan en önemli faktörlerden biri, ABD'nin İngiltere ile ticaret açığının olmaması ve bu durumun İngiltere'yi ana hedef aralığının dışında bırakmasıdır. ABD, Çin ve AB ile ticarette büyük açıklar verirken, İngiltere ile ticareti daha dengeli, hatta kendi lehine küçük bir fazlalık söz konusu. 2023 yılında Suudi Arabistan, Brezilya, Avustralya, Hong Kong ve Singapur ile birlikte İngiltere, ABD ile ticareti dengeli olan, ABD lehine nispeten küçük bir fazlalığın olduğu ülkeler arasında yer aldı. Buna karşılık Çin yaklaşık 250 milyar dolarlık açıkla başı çekerken, Meksika 150 milyar doların üzerinde açıkla onu takip ediyor. Bu durum, İngiltere'yi diğer ticaret ortaklarına kıyasla daha az tehdit edici bir konuma getiriyor ve Washington ile ilişkilerinde ona diğerlerine karşı rekabet avantajı sağlıyor.
Buna ilaveten, İngiltere'nin büyük ölçüde hizmet temelli bir ekonomisi var ve bu durum, mallara uygulanabilecek herhangi bir tarifenin etkisini azaltıyor. Tarifeler esas olarak üretilen ve ihraç edilen fiziksel ürünleri etkilerken, hizmetler bu korumacı önlemlerden muaf kalıyor. ABD, İngiliz finans ve danışmanlık hizmetleri için önemli bir pazar ve ABD'nin bu hizmetlere olan talebi devam ederken, İngiltere diğer ülkelerin karşılaşabileceği zorlu ekonomik koşullarda bile fayda sağlamaya devam ediyor.
İngiltere'nin AB’den ayrılması (Brexit), Trump yönetimine karşı konumunu güçlendirebilecek bir diğer faktör. Trump, ABD ile AB arasındaki açık 2023 yılında yaklaşık 120 milyar dolara ulaştığından, AB'ye gümrük tarifeleri uygulamaya odaklanıyor. İngiltere artık AB’den bağımsız bir varlık, bu da ona ABD ile doğrudan ticaret anlaşmalarında müzakerelerde daha fazla esneklik sağlıyor. Bu özgürlük ona AB'nin kolektif ticaret politikaları tarafından kısıtlanmadan, kendi ekonomik çıkarlarına daha uygun anlaşmalar yapma olanağı tanıyor. Ayrıca ABD Avrupa mallarına gümrük tarifesi uygulamayı seçerse, ABD'li şirketler ilave gümrük tarifelerini ödemeden Avrupa pazarlarına açılmak için İngiltere'yi alternatif bir kapı olarak görebilirler.
Haberlerde ayrıca yatırım perspektifinden bakıldığında, özellikle ABD'nin gümrük tarifeleri sonucu Avrupa piyasalarında ortaya çıkabilecek belirsizlik göz önüne alındığında, İngiltere'nin istikrarlı bir iş ortamı arayan sermaye için tercih edilen bir ülke haline gelebileceği belirtiliyor. Şirketler ve yatırımcılar daha istikrarlı liman arayışına girebilirler ve ABD ile dengeli ilişkilere sahip bir ülke olan İngiltere, önümüzdeki yıllarda yeni yatırım akışlarından faydalanabilir.
Son olarak, korumacı politikalar nedeniyle ABD ekonomisinin zayıflaması, ABD'nin küresel alanda yetenekleri kendine çekme gücünü azaltabilir. Bu, İngiltere'nin araştırma ve inovasyon alanlarında daha fazla yaratıcı zihni kendine çekerek bundan faydalanmasının önünü açabilir. ABD'nin çalışma vizelerine ilişkin kısıtlamaları daha da sıkılaştırma olasılığı ile birlikte İngiltere üniversiteleri ve araştırma kurumları, yabancı öğrenciler ve profesyoneller için daha cazip bir seçenek haline gelebilir. Ancak bu, üniversiteden üniversiteye değişen destekleyici ortam gibi kriterlere de bağlı.
İngiltere'nin yeni ABD başkanlığı karşısındaki konumu, Trump'ın ilk döneminde olduğu gibi diğer birçok ülkeninki kadar tehlike altında görünmüyor. O zaman da -ve şimdi de- yeni Başkan İngiltere'ye karşı bir tür iyi niyet besliyor ve bunun en önemli nedenlerinden biri de muhtemelen İngiltere'nin şu anki haliyle ABD için bir tehdit oluşturmaması; ekonomik olarak Çin veya Avrupa Birliği kadar büyük bir ekonomi değil. Teknoloji alanında da ABD için bir tehdit oluşturmuyor. Çoğu siyasi konuda aynı fikirdeler ve bu da şu soruyu gündeme getiriyor: İngiltere'nin yeni ABD başkanlığı karşısında güvende olması gerçekten iyi bir şey mi?