Müslümanlar sıklıkla İslamcılarla karıştırılır. Bu ayrımın netleştirilmesi gerekmektedir, çünkü bedel ödeyen az sayıdaki radikal İslamcı değil, dünyanın dört bir yanındaki barışçıl Müslümanların büyük çoğunluğudur.
Peki bu ayrımlar nelerdir?
Müslümanlar, dinlerini Allah'a yaklaşmak için uygulayan ve onu maneviyat ve psikolojik denge aracı olarak gören kişilerdir. İslamcılar dini, güç kazanma aracı olarak görürler ve dini koltuğa ulaşmak için bir merdiven olarak kullanırlar. Müslümanlar dini manevi bir yükseliş aracı olarak görürken, İslamcılar dini siyasi bir yükseliş aracı olarak görür.
Müslümanlar dinde kişiliklerini geliştiren değerler ve ahlaki ilkeler görürken, İslamcılar dini kötü davranışları ve kendileriyle aynı fikirde olmayan kişi ve ülkelere karşı saldırı ve kışkırtmaları için bir gerekçe olarak görürler.
Müslümanlar dinde, özellikle Avrupa ve Amerika'da yaşayan milyonlarca Müslümanda gördüğümüz gibi bu karışık dünyada hoşgörü ve bir arada yaşama anlamlarını görürler. İslamcılar ise dini bölünme, anlaşmazlık ve nefret tohumları ekmek için kullanır; sosyal medya hesaplarına şöyle bir göz atmak bile besledikleri nefreti görmek için yeterlidir.
Müslümanlar yaşam isterken İslamcılar ölüm istiyor (genellikle kendileri ya da çocukları için değil, diğer Müslümanlar için). Gazze Şeridi'ndeki göstericiler, savaşın sona ermesini ve neredeyse bir buçuk yıl süren korkunç İsrail vahşetinin ardından hayatlarına geri dönmeyi talep ediyor. Ancak İslamcılar Gazze Şeridi'nin barışçıl Müslüman halkını hain olarak nitelendiriyor ve onları çocuklarının canı ve kanıyla savaşmaya davet ediyor!
Müslümanlar geleceğe, İslamcılar ise geçmişe bakıyor. Müslümanlar kendi vatanlarını inşa etmek isterken İslamcılar onları yok etmek istiyor. Örnek vermek gerekirse, Lübnan'daki Sünni ve Şii Müslümanların çoğunluğunun diğer mezheplerden yurttaşlarıyla birlikte Lübnan'ı inşa etmek istemesine rağmen İslamcı örgüt Hizbullah'ın Lübnan'ı nasıl parçaladığına bakın. (Cesur yazar Lokman Selim'in Lübnan devletinin Hizbullah'ın pençesinden kurtarılması çağrısında bulunduğu için nasıl öldürüldüğünü hatırlayın).
Müslümanlar dini başlı başına yüce bir değer olarak görürken, İslamcılar dini bir parti, bir ideoloji ve kapalı bir kurum olarak görüyor. Müslüman Kardeşler'de (İhvan-ı Müslimin) gördüğümüz de budur; onlarca yıldır ya korkaklıklarından ya da fırsatçılıklarından dolayı kendilerini kayıran ve kendileriyle ittifak kuran hükümetlerin yardımıyla dini kendi tekelleri haline getirdiler. Diğer yandan Müslümanlar devlet fikrine, İslamcılar ise milis fikrine inanır. Müslümanlar küresel ekonomiye entegre olmuş medeni ülkelerde barış içinde yaşamak istiyorlar; bu nedenle göç etmeye ve hayatlarını riske atmaya çalışıyorlar. İslamcılar ise direniş ve kararlılık sloganları altında sürekli çatışmalar ve savaşlar içinde yaşamak istiyorlar. Müslümanlar Ahmed Zevail ve Zaha Hadid gibi bilim insanları ve yenilikçiler ihraç ederken, İslamcılar Bağdadi ve Süleymani gibi teröristler ihraç etmektedir. Müslümanlar Kur'an'da merhamet ve sevgi görürken, İslamcılar şiddet ve kan görür.
Müslüman ile İslamcıyı birbirinden ayırmak önemlidir. Zira son yıllarda İslamcılar ne yazık ki terör operasyonları, kışkırtıcı iddialar ya da El-Kaide'den Hizbullah'a, DEAŞ'a ve Müslüman Kardeşler'e kadar aşırılık yanlısı grup ve örgütler aracılığıyla İslam'ın imajını ele geçirmiş ve çarpıtmışlardır. Bir din olarak İslam'dan nefret eden aşırılık yanlısı gruplar ve akımlar olduğu doğrudur. Avrupa'da sürekli olarak gördüğümüz şey de şudur; İslamcıların söylediklerini kullanarak nefreti arttırmak. Bu, her dinden aşırılık yanlılarının bölünme ve izolasyonu arttırmak için birbirlerinden faydalandığı iyi bilinen bir oyundur ve aynı şeyi birbirlerinden beslendiklerinde Sünni ve Şii aşırılık yanlıları arasında da görüyoruz.
Bu ayrım önemlidir. Çünkü bazı Müslümanlar iyi ve doğru bir Müslümanın iyi ve doğru bir İslamcı olduğuna inanmaktadır ki bu tam tersidir. Arada büyük bir fark vardır; Müslüman Allah'a bağlı bir bireydir, İslamcı ise lidere bağlıdır. Bunun nedeni İslamcıların uzun süre eğitim ve kültüre hâkim olmaları ve bu yanlış izlenimi yaratmalarıdır. Bireysel ve kolektif başarı, yaşam, kişisel özgürlük, bilim, kalkınma, hoşgörü ve mutluluk çağrısı yapan büyük bir din olarak İslam ile (İslam medeniyetinin altın çağlarında da böyleydi ve şimdi Körfez'de gördüklerimiz buna benzerdir) ölüm, kendi kültürünü yüceltme, izolasyon, nefret, bölünme ve başarısızlık çağrısı yapan İslamcılık arasında büyük bir fark vardır.