Sam Mensa
TT

Riyad ve Washington: Zor zamanlarda ittifak

ABD Başkanı Donald Trump'ın Suudi Arabistan, BAE ve Katar'a gerçekleştireceği ziyaretler sadece geçici bir diplomatik ziyaret değil. Aksine, bölgenin önümüzdeki on yıllar boyunca geleceğinin hatlarını belirleyecek büyük dönüşümlere tanıklık ettiği kritik bir bölgesel anda meydana gelen önemli bir hadise. Zira tüm dünya, Trump yönetiminin izlediği cesur ve alışılmadık, seksen yılı aşkın süredir yerleşik olan sabitelere karşı bir darbe olarak değerlendirilebilecek politikalar ile giderek daha da kompleksleşen derin bir siyasi ve ekonomik krizin içinden geçiyor.

Bu ziyaretin önemi, ABD'nin Ortadoğu'ya yönelik gelecekteki politikasının genel hatlarını belirleyecek olması nedeniyle daha da artıyor. Bu özünde maddi ortaklıklar ve ittifaklar üzerine kurulu bir ekonomik ve yatırım mantığına dayanan bir politika. Ancak Trump yönetiminin bölgeyle ilişkisini sadece rakamların diline indirgediğini düşünmek de yanlış. Bölgenin, ekonominin nüfuzla, yatırımın güvenlikle, çıkarların tarihle iç içe geçtiği siyasal denklemleri derinlemesine okunmadan anlaşılamayacağının bilincinde.

Trump'ın vizyonu bu ekonomik ortaklıkları siyasi meselelere geçiş, yaşam standartlarını yükseltmeyi ve insanların yaşam koşullarını iyileştirmeyi amaçlayan kalkınmacı ekonomik temeller ve kurallar temelinde çatışmaların çözümü için bir köprü olarak kullanmak olabilir. Bu ortaklıkların, daha istikrarlı, güvenli ve emniyetli bir bölge için yaratıcı çözümler üretilmeden, savaşlar ve barış girişimleri ile iç çatışmalar arasında kendini tekrarlayan siyasal gerçekliğin değişmesinin önünü açacağı görüşünde.

Trump'ın yaklaşımının önündeki en büyük engel, bu yaklaşımın bir boşluktan yola çıkmış olması; zira birbirini takip eden Amerikan yönetimlerinin çoğu bölgeye yönelik bir strateji yerine her krizi ayrı ayrı ele alan politikalar benimsemiştir. İkinci engel ise, çatışmaları çözerken temel aldığı ve hem müttefikler hem de düşmanlar arasında endişelere neden olan “Önce ABD” politikasıdır. Husiler ile deniz seyrüseferine yönelik tehditleri krizini çözmeden tek taraflı mutabakatı, Ukrayna ile madenler anlaşması, çatışmaya dair siyasi bir ufuk ortaya koymaksızın Gazze'de ateşkes talebi, Süveyş Kanalı'nda Amerikan gemilerinin geçiş ücretlerinden muaf tutulmasını istemesi, bu politikaya dahildir.

Trump, projesinin önünde Tahran'dan başlayıp Beyrut'la bitmeyen başka engellerin olduğunu biliyor. Bunların başında da aşırı şiddet ve siyasi çıkmaz konusunda eşi benzeri görülmemiş bir kerteye varan Filistin-İsrail sorunu geliyor. Esed rejimini devirmeyi başaran Suriye, varoluşsal, mezhepsel ve etnik sorunlarla boğuşuyor ve tüm bunlar modern, istikrarlı bir devlet inşasının önünde engel teşkil ediyor. Hizbullah ikilemini yaşayan ve krizlerle birlikte yaşamaya alışmış Lübnan ise, İsrail işgali ve geriye kalan Hizbullah liderlerinin direnişi konusundaki kaygılar nedeniyle yerinde saymaya geri dönme riskiyle karşı karşıya. Bütün bunlar Trump'ın hedeflerine, özellikle de Arap-İsrail normalleşmesinin etkinleştirilmesi ve yaygınlaştırılmasına engel teşkil ediyor.

Askıda olan bu krizler ortasında İsrail, Trump'ın vizyonuna katılma konusunda bir ikilemle karşı karşıya ve iki ülke arasında anlaşmazlık işaretleri görünmeye başladı. Birinci sorun, İsrail'in uzun vadeli bir strateji olmaksızın güvenlik ve acil askeri çözüme odaklanmış olması. Hiçbir taviz vermeden her şeyi almak istiyor ve bu da Trump'ın vizyonunun başarısının önündeki en büyük engel. Ancak Hamas ve Hizbullah'ı etkisizleştirmeyi, Esed'i devirmeyi, İran'ı Suriye ve Lübnan'dan çıkarmayı, bir şekilde bölgedeki hedef ve projelerinin önünü açmayı başardığı da kabul edilmeli.

İran ise müttefiklerinin yaşadığı yenilgilerin ardından zorlu tercihlerle karşı karşıya. Yeni gelişme, her iki tarafın da ortak arzusu olan nükleer meselede anlaşmaya varılacağı yönündeki iyimserlik. Görüşmelerin başarısızlıkla sonuçlanması halinde İran'ın elindeki seçenekler, bir ABD operasyonunun veya ABD-İsrail ortak askeri operasyonunun, yahut onu normal devletler kulübüne girmeye zorlayacak, uluslararası topluma katılmasını sağlayacak bir çözümün sonuçları ile sınırlanmış olacak. Bu durum ise ne kadar tehlikeli olursa olsun, savaştan ve bunun rejimin geleceği açısından yaratacağı sonuçlardan daha az maliyetli olan iç krizlerin kapısını açabilir.

Arap tarafı, Trump'ın Filistin devletini tanıma gibi sürprizleri olmadan, Filistin sorununda bir atılım yapmanın zorluğunun farkında. Filistin konusunda muhtemel gelişmeler Gazze'de ateşkesin sağlanması, Gazze Şeridi'nin geleceği veya kapsamlı bir çözüm yolu ele alınmadan, bazı rehinelerin serbest bırakılması, insani ve gıda yardımlarının yapılmasıdır. Bölgede Trump'ın diğer krizlerin çözümüne ilişkin yaklaşımının İran krizinin çözümü içinde geçerli olmasına, yani anlaşmanın İran’ın bölgedeki aktivizmi ve müdahaleleri kısıtlanmadan nükleer mesele ile sınırlandırılmasına dair bir endişe de var. Bu beklentiler göz önüne alındığında, Arapların, bu aşamada ne kadar yetersiz olursa olsun Filistin konusunda Trump'tan koparabileceklerini koparmaları gerekiyor. Zira mevcut İsrail, gerçekçi ve kabul edilebilir tavizler vermeye hazır değil. Körfez ülkeleri, özellikle de Suudi Arabistan ise beklenen stratejik, siyasi ve güvenlik iş birliği anlaşmalarına odaklanmalı. Nükleer anlaşmanın sağlanması halinde İran'ın bölgesel rolünü sınırlayacak ve İran'ın istikrarsızlaştırıcı faaliyetlerini engelleyecek bir çerçevenin oluşturulması yönündeki çabaları sürdürmeye yoğunlaşmalı.

ABD-Körfez stratejik ortaklığı ve İran'ın rolünün sınırlandırılması, Arap-Amerikan ortaklığının çabaları ile Filistin devletine giden yolun taşlarını döşeyecek önemli yardımcı etkenler. Bu çabalar Körfez ülkelerinin çıkarlarını koruyan, yarı yolda Trump’ın normalleşme vizyonu ile buluşmaları için onları tehlikeye atmama teminatı veren yakın ve güvenilir ilişkiler tarafından desteklenmeli.